Güldener Sonumut

Güldener Sonumut

ntvbenelux@gmail.com

Tüm Yazıları

Tartışmalarda her zaman klişe bir ifadedir dünya düzeni. Dünya düzenini eleştirenler, siyasi görüşlerine göre, 'yerleşik nizam' veya 'yerleşik düzen' diye yaftalarlar. Aslında 2. Dünya savaşından sonra uluslararası ilişkiler alanında ilgili devletlerin üzerinde mutabık oldukları ekonomik, sosyal, siyasi ve hukuki bir düzenin çerçevesini çizer. Yerleşik düzene yönelik olarak çokça komplo teorileri de üretilir.

Aslında dünya düzeni denilen uluslararası ilişkilerin hukuki, coğrafi, ekonomik, siyasi çerçevesini çizen bir sistem. Sistem her zaman kendini günceller. Zira düne kadar marjinal görülen iklim değişikliği ve küresel ısınma konusu artık dünya düzeninin bir parçası haline geldi. Keza kadınlara yönelik taciz, cinsel tercih özgürlüğü de. Bu konulara yönelik çok sayıda uluslararası anlaşma imzalandı, ülkelerin, toplumların, şirketlerin sadece duyarlılık göstermekle kalmayıp, mücadele etmeleri gereken meseleler haline geldiler. Dünya düzeni kendini güncellerken, yeni dünya düzeni olarak adlandırılan komplo teorilerine dayalı düşüncelerin ise pek yeri yok. Dünya çapında doğal afetler dışında ani hareketlere yer yok. Soğuk savaşın sona ermesi, Berlin duvarının yıkılması, Sovyetler Birliği’nin dağılması bile ani bir hareket olarak görünse bile, söz konusu olayların ardından, hukuki çerçeve, siyasi, ekonomi ve mali ilişkilerin mimarisi zamanla belirlendi.

Haberin Devamı

Uluslararası topluluk Rusya Federasyonu’nun dünya düzenindeki yerini alması için çok çabaladı. Öyle ki 1994 yılında Rusya NATO’nun barış için ortaklık programına dahil edildi; 1997 yılında NATO ile Rusya arasında barış alanında iş birliği anlaşması imzalandı, 11 Eylül 2001 olaylarının ardından da NATO-Rusya konseyi kuruldu. Bir başka deyişle Rusya’nın dünya düzeninde yerini bulması için çok imkân tanındı. Uluslararası ilişkiler alanında Rusya’nın dünyada güvenli bir şekilde yeniden bir konum edinmesi için bütün forumlara dahil edildi. Hatta NATO, G7 ve AB ülkeleri uzun süre Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in taşkınlıklarına sessiz kaldılar. Tepkileri de her zaman siyasi veya diplomatik düzeyde kaldı. Rus askeri istihbarat yetkililerinin NATO toprakları olarak da adlandırabileceğimiz İngiltere’nin göbeğinde insanları zehirlemesine, 8 yıldan bu yana başta Baltık ülkelerinin semaları olmak üzere gerçekleştirdiği gözdağı ve gövde gösterisi uçuşlarına dünya düzeni çok uzun süre sessiz kaldı. Hatta kanaatimce aşırı derece taviz verdiğini de söylememiz gerekir. Oysa 2009 yılında Rusya’nın karşı karşıya kaldığı ekonomik krize rağmen, BRIC olarak adlandırılan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin topluluğu 1. zirvesini gerçekleştirmiş, aynı yıl Obama-Medvedev komisyonu kurulmuştu. Ancak Putin soğuk savaşın sona ermesinden bu yana ülkesinin itibarının zedelendiğini düşünerek, Rusya’ya kucak açan Batı dünyasından adeta öç alırcasına bir tutum sergilemeye başladı. Önce G7-G8'den atılan Rusya yavaş yavaş uluslararası sistemden dışlanmaya başlandı. Bu dışlama süreci sadece bir uyarı ateşiydi aslında. Zira Rusya’nın dünya düzeninde yeri vardı. Öyle ki Rusya’ya uygulanan yaptırım kararıyla birlikte ülkeden ayrılması gereken Batılı firma sayısı göz kamaştırıcı. Gelinen noktada Putin, uluslararası dünya düzenine paranoyak bir yaklaşım sergileyerek, tehdit ve saldırı altında olduğu gerekçesiyle saldırdı. NATO, G7 ve AB ülkeleri de artık daha fazla dayanamadı ve Rusya’yı sistemden tamamen dışlamayı kararlaştırdı.

Haberin Devamı

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını, Pisagor’un bardağını tamamen boşaltan o tek damlasına benzetebiliriz. Bardak tamamen boşaldı. NATO, AB ve G7 ülkelerinin Rusya’ya uyguladıkları ve 21. yüzyılda bugüne kadar görülmemiş yaptırımlar başka ülkelere de uyarı niteliği taşımıyor değil. Sadece uluslararası sisteme karşı gelmek değil sorun. Sadece dünyadaki ilk iki temel özgürlük olan yaşam özgürlüğünü baltaladığı için de değil. Aynı zamanda sorunları hukuki ve medeni bir şekilde diyalog yoluyla çözemediği için, tazıya koş, tavşana tut dediği için, sözünün artık güvenilmez olduğu için bunca yaptırım birden hayata geçti. NATO ve AB ülkeleri bunun mali bedelini ödemeye hazırlar. Reel politikanın da bir sınırı var. NATO ve AB ülkeleri özgür dünyanın tahammül sınırlarını herkese göstermiş oldu. Sistemden tecrit edilmenin bedeli çok ağır. Yaptırımlar Çin’e de belki bir uyarı niteliğinde.

Haberin Devamı

Almanya NATO’ya sarıldı

Berlin yönetimi uzun süre NATO’nun savunma harcamaları konusundaki standartları yerine getirme konusunda ayak sürmüştü. Hatta dönemin milli savunma bakanı Annegret Kramp Karrenbauer, ABD’nin eleştirilerini mealen “Alman ekonomisi o kadar hızlı büyüyor ki, savunma harcamalarımızı yeterince hızlı bir şekilde yükseltemiyoruz” diye mizahla karışık savuşturmuştu. Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması sonucu NATO müttefikleri artık karar vermek zorunda kaldılar. Şaka ve mizaha yer yok artık.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz da hiç düşünmeden gereğini yerine getirmeyi kararı aldı. Kuzey Akım 2 projesinin sertifikasyon sürecini askıya alan Almanya, savunma harcamalarını da Gayri Safi Yurtiçi Hasılasının %2 oranına yükseltme kararı aldı. Almanya birden 2022 yılında savunma bütçesine 100 milyar Euro daha eklemiş oluyor. Önümüzdeki yıldan itibaren de yılda savunma bütçesine 84 milyar dolar para ayıracak. Yetmedi Almanya bu paranın bir bölümünü de ordusunu çağdaşlaştırmak için harcayacak. AB ve NATO içerisinde de tabii siyasi dengelerin değişmesi beklenmiyor değil. Zira Almanya’nın bu hamlesi, NATO ve AB içerisindeki ilişkilerin hatta güç ve temsil dengelerini de alt üst edecek nitelikte. Nükleer bir güç olmasa bile ABD’den sonra en büyük savunma harcamasına sahip olacak olan Almanya, kurum içerisinde de temsilinin artmasını talep edecek doğal olarak. Zira AB içerisinde de savunma alanında Fransa’dan da fazla para harcayacak olan Almanya’nın savunma konularında sözü bugüne kadar yaptığı gibi Paris yönetimine bırakması beklenemez. Almanya’nın bu hamlesi ilginç gelişmelere gebe.

Dünya düzeni, uluslararası ilişkiler mimarisi ve Rusya

Çifte standart, ikiyüzlülük veya reel politik

Avrupa Birliği üye ülkelerin Ukrayna’dan kaçan sığınmacılara kucak açmaları dünya kamuoyunda çok tartışma yaratıyor. Suriyeli ve Afgan mültecilere kapılarını neredeyse tamamen kapatan Macaristan ve Polonya, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının ardından Ukraynalı sığınması ve mülteci adaylarına sınırsızca kapılarını açıyor. Kimilerine göre çifte standart, kimilerine göre ikiyüzlülük. Aslında tarihi bağ ve biraz da reel politik demek daha doğru olabilir. Zira Polonya ve Baltık ülkelerin Ukrayna’yla tarihi ilişkileri yok değil. Coğrafi komşuluk, kültürel yakınlık da yok değil. Polonya ve AB’ye üye diğer ülkelerin Ukraynalı mültecilere kucak açmak için gösterdikleri şevkin yüzde birini Suriyeli mültecilere göstermedikleri doğru. Almanya bu konuda istisna teşkil edebilir. Belçika’yla birlikte. Ancak dünyanın başka yönlerine bakmakta fayda var. Örneğin Myanmar’ın Arakan bölgesinde yaşanan isyanın ardından ülkeden sürülen Rohingyalılar ekseriyetle komşu Bangladeş’e sığındılar. Son derece kısıtlı mali imkanlara sahip Bangladeş, 1,5 milyona aşkın Rohingyalıya ev sahipliği yapıyor. Bölgenin zengin ve ağır abileri olarak bilinen Çin, Japonya, Hindistan, Avustralya da çok sınırlı sayında Rohingyalı sığınmacı aldı. Hatta ABD, Çin’den daha fazla Rohingyalıya ev sahipliği yapıyor. Uluslararası göç örgütünün verilerine göre, ABD, 12 bin, Çin 3 bin, Japonya 300, Finlandiya da 11 Rohingyalı mülteciye ev sahipliği yapıyor. Olay aslında biraz kültürel bağ, biraz yakınlık, biraz da reel politiğin bir sonucu. İkiyüzlülük yok mu? Var. Ama bu tespiti yapmak işleri değiştirmiyor maalesef.

NATO şemsiyesinin önemi

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’da başlatmış olduğu savaşın ardından NATO’nun önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Düne kadar tarafsızlığından ödün vermeyen Finlandiya ve İsveç artık ciddi bir şekilde NATO’ya üye olmayı düşünmeye başlıyor. Bugünden yarına alınacak bir karar değil. Ancak halk nezdinde her iki ülkenin NATO’ya üye olması için destek ciddi oranda artmış durumda. Evet NATO Ukrayna’ya açıdan destek veremiyor belki. Ancak dolaylı da olsa ciddi bir desteği yok değil. Nitekim AB’nin bir savunma birliği veya bir ordusu olmuş olsaydı farklı bir adım atmazdı.

Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üye olmak istiyor olmaları da çok anlamlı. Hakiki bir savaş karşısında ülkelerine ciddi anlamda koruyacak olan yeryüzündeki tek askeri topluluk NATO. Türkiye’nin de NATO üye olması sayesinde, İttifak’ın güvenlik şemsiyesinin altında olmasının refahını, güzelliğini, güvenliğini yaşıyor. Zira Polonya, Türkiye, Fransa veya Baltık ülkeleri gibi NATO’ya üye olmanın ne anlama geldiğini herkes görüyor. Aksine Ukrayna, NATO’ya üye olmamanın ne anlama geldiğini maalesef acı bir şekilde yaşıyor.

Nitekim Putin’in Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın ardından İttifak içerisinde dayanışma ruhu, düşüncedaşlık, 1 milyar insanı bir araya getiren değerler topluluğuna üye olmanın ne kadar önemli ve büyük bir zenginlik olduğunu dünya bir kez daha gördü. NATO’ya üye olmanın değerini, sorumluluğunu ve nimetlerini de göz ardı etmemek gerekiyor.