Güldener Sonumut

Güldener Sonumut

ntvbenelux@gmail.com

Tüm Yazıları

Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik heyecan ikinci tura kalırken, dünyada önemli meselelere yönelik olarak raporlar yayınlanmaya devam ediyor. Bunlar arasında Birleşmiş Milletler’in dünyada yaşlanan nüfusa yönelik raporu var. Yeni rapor, 2019 tarihli öngörü raporunda yer alan, 2050 yılında dünya nüfusunun %16’sının 65 yaş üstünde olacağına dair veriyi temel alıyor. Bu sayı halen %9 civarında. Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaşayan dört kişiden biri 65 yaş veya üstünde olacak. 2018 yılından beri 65 yaşındaki insan sayısı 5 yaşın altındaki çocuk sayısından daha yüksek. 2050 yılında 80 yaşın üstündeki insan sayısının 143 milyondan 426 milyona yükselmesi bekleniyor.

Haberin Devamı

Demografik yapıyı etkileyen üç unsur, doğum oranı, yaşam beklentisi ve göçler. Doğum oranlarında yaşanan düşüşler, yaşam beklentisinin uzaması, göç oranlarının da artmasından dolayı yaşlı nüfusun oranı da hızla yükseliyor. Bu nüfusun artması sadece emeklilik sistemlerinin gözden geçirilmesine neden olmayacak. Zira yaşlı ve emekli kitlenin artmasıyla sağlık harcamalarının da yükselmesi bekleniyor. Ekonomik açıdan emekli nüfusun artması finans ve yatırım konusunda da bir sorun teşkil edecek. Nitekim emekliler tasarruflarını yeni teknolojilerin finansmanı için değil, daha düşük verimli ancak garantili yatırımların finansmanına kullanmayı tercih ediyorlar. Yaşlanan nüfusla birlikte işçi ve emek yoğun sektörlerde çalışacak olan insan bulmakta güçlük çekilmesi bekleniyor. Yapay zeka ve teknolojik yatırımlar ise emek eksikliğini giderecek nitelikte değil.

Olağanüstü borçlu olan Batı devletleri hem savunma, hem borç finansman, hem sağlık harcamaları, hem de yeşil enerji dönüşümünü finanse edecek halde olamayacak. Yaşlanan nüfusun etkileriyle mücadele etmenin de iki temel yöntemi var. Birincisi emeklilik yaşını yükseltmek. Bir diğeri de göçü teşvik etmek. Her iki konu da ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde halk tarafından pek memnuniyetle karşılanmıyor. Fransa’da emeklilik yaşının yükseltilmesi halkı sokağa döktü. Verilen tepki ortada.

Haberin Devamı

Yaşlanan nüfus birçok soruna neden olabilecek. Bu tartışmalara henüz savunma harcamaları konusunu detaylarıyla eklemedik. Eklendiği vakit zaten, siyasiler için, içinden çıkılması zor bir denkleme dönüşüyor. Siyasiler de ya deve kuşu politikasını benimsiyorlar, ya da sorunun çözüm sürecini öteliyorlar.

Savunma dünyasında ilginç gelişmeler

ABD Başkanı Joe Biden ikinci kez başkanlık seçimine aday olacağı açıkladı, ve Pentagon’da yaprak dökümü şimdiden başladı. Zira Türkiye’nin de çok yakından tanıdığı, ABD Savunma Bakanlığı’nın savunma politikalarından sorumlu müsteşarı Colin Kahl, NATO’nun Vilnius zirvesinden sonra görevi bırakacağını ve Stanford Üniversitesindeki kürsüsüne geri döneceğini açıkladı. Kahl, Pentagon’da Türkiye’yi yakından tanıyan, Ankara’nın Suriye, Karadeniz, Doğu Akdeniz politikalarını ve PYD’nin ABD ordusu ile olan derin ilişkilerinin Ankara’da yaratmış olduğu rahatsızlığı en iyi bilen ve anlayışla karşılayan ender isimler arasında yer alıyordu. Büyükelçi Sedat Önal’la iyi bir diyaloğu olan Cohl’un yerine şimdilik Sasha Baker’in vekalet etmesi bekleniyor.

Haberin Devamı

Bir başka gelişme de G7 zirvesinde yaşandı. Uzun zamandır pişiriliyordu. Bu aslında hem Rusya hem de Ukrayna’ya baskıyı artırmak üzere yapılmış bir hamle. G7 zirvesine gitmesi eleştirilen ABD Başkanı Biden, NATO müttefiklerinin Ukrayna hava kuvvetlerine F-16 savaş uçağı vermesinin önündeki ‘re-export’ engelini kaldırdığını açıkladı. Ancak ABD Ulusal Güvenlik kaynakları, ABD’nin Ukrayna’ya F-16 vermeyeceğini de hemen açıkladı. Bu hamleyle ABD, Rusya’ya ‘savaşı sonlandırmadığın taktirde Ukrayna’ya askeri yardımın niteliğini artıracağım’ mesajı verdi. Ukrayna’ya da ‘karşı saldırıda başarılı olman halinde sana hava destek unsurlarının verilmesi için yeşil ışık yakıyorum’ mesajını göndermiş oldu. Ancak uçaklar NATO’nun Avrupalı müttefiklerinin mesuliyetine verildi. Şimdi Ukraynalı pilotların eğitimi de Avrupalıların vereceği lojistik desteğe bağlı. Bugünden yarına olacak bir iş değil ama bu çalışma yılbaşından bu yana devam ediyordu. NATO’nun Vilnius zirvesine kadar somut bir gelişme beklenmiyor. Ancak siyasi düzeyde alınan bu karar oldukça önemli.

Öte yandan NATO’nun 75. yıl dönümü için Nisan 2024’de yapılması öngörülen zirvenin Temmuz 2024’e ertelenmesi söz konusu. Washington’da düzenlenecek olan zirve, ABD’deki başkanlık seçimi gündeminden dolayı üç ay ertelenebilir. 75. yılı Brüksel’de patates kızartması ve midye yiyerek kutlarız. ‘Cheesecake’in üzerine konulacak olan mumları da artık Temmuz’da üfleriz. Aslında bu ertelemeyle İsveç’e de gün doğdu. Vilnius zirvesine tam üye sıfatıyla katılamazsa, en azından Temmuz’da düzenlenecek zirveye tam üye sıfatıyla katılabilir. Bunu tabii mizahi bir şekilde söylüyorum. Gönül ister ki İsveç 1 Haziran tarihinde yürürlüğe girecek olan terörle mücadele kanununu Ankara’yı tatmin edecek şekilde uygulasın ve Vilnius zirvesinde kucaklaşarak müttefikler arasında yerini bulsun. İsveç’te zaten bu yönde sessiz ve emin adımlar atılıyor.

BM ve yaşlanan nüfus sorunu

İsveç, Türkiye’nin beklediği adımları atarsa ertelenmesi gündemde olan NATO zirvesine üye sıfatıyla katılabilir.

AB ve yükselen Türk milliyetçiliği

Türkiye’de düzenlenen seçimleri etkilememek amacıyla Avrupa Birliği (AB) seçim boyunca sessizliğini korudu. Avrupa Komisyonu’nun hiçbir resmi temsilcisi seçimlerle ilgili olarak en ufak bir açıklama yapmadı. Aynı şekilde AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in de seçimleri etkileyebilecek bir açıklama veya davranışı olmadı. AB’nin Ankara temsilcisi Büyükelçi Nicolas Meyer-Laudrut da kamuya açık etkinliklerini depremzedelere yönelik çalışmalar ile sınırlı tutmaya özen gösterdi. Bu husus tabii AB’ye üye ülkelerin elçiliklerinin, temsilciliklerinin veya AB kurumlarının Türkiye’deki seçimlere ilgi duymadıkları anlamına gelmiyorlar. Asla.

Avrupa Parlamentosu’nda grubu bulunan siyasi partiler, Türkiye’deki muadilleriyle bir araya gelmedi değiller. Ancak o son derece normal. Medyatik görünürlükleri de pek bir kısıtlı oldu. Seçim sürecine hiçbir etkisi olmadı. AB ülkeleri ve kurumları gelişmeleri ve olasılıkları sessiz ve derinden takip etti. Türkiye’nin Atina, Berlin, Washington veya Londra’daki büyükelçiliklerinin bulundukları ülkedeki seçim kampanyalarını izledikleri şekilde. Bu da aslında fena değil. Zira geçmişte, Almanya’nın eski Ankara büyükelçisi Martin Erdmann, ve biraz daha geriye gidip arkeolojiye soyunursak, Karen Fogg olaylarını hatırlayanlar bilirler.

Kuşkusuz Türkiye’deki seçim süreci, Avrupa Komisyonu’nun aday ülkelerle ilgili olarak her yıl yayınladığı ülke raporuna yansıyacak. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGİT’in gözlemci raporuna da atıfta bulunulacak. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu ile TBMM seçimlerinin neticesinde, AB’nin dikkatini çeken unsurlar arasında milliyetçi seçmen kitlesinin artmış olması bulunuyor. Zira neticelere bakılacak olursa, milliyetçi seçmen kitlesi %25 oranında.

Seçimler döneminde Avrupa basınında Türkiye hakkında yer alan haberler, bazı dergi ve gazetelerin manşetleri, Türkiye kamuoyu nezdinde etkisiz olmadı değil. Bu haberler Türkiye’de seçim döneminde ter döken siyasi partiler tarafından iyi kullanıldı. Ancak bazı hususların uzun vadede etkisi olmadığını söylemek yersiz olur. Örneğin, son beş yıldan bu yana AB’nin Türkiye’ye uygulamış olduğu zımni ‘tecridin’ etkisi... AB, Türkiye’yi bakanlar düzeyindeki hiçbir toplantısına davet etmedi, AB-Türkiye ortaklık konseyi de bir türlü toplamadı. AB’nin Türk öğrencilerine getirdiği vize kısıtlaması, orta ölçekli iş adamlarına getirilen vize sorunu, toplumsal diyalog kanallarının kapatılmış olması da Türkiye’de tepkiyle karşılandı sanki. Türkiye’nin AB tarafından kâle alınmadığının yine AB kurumları veya birçok üye ülke tarafından sergilenmesi, genişleme komiserinin sadece depremden sonra Türkiye’ye teşrif etmesi, AB’nin Türkiye ile genişleme perspektifi konusunda hiçbir umut vermemesi de yine etkili oldu. Brüksel’in Türkiye’ye karşı feodal yaklaşımı da tuzu biberi oldu.

ABD’nin Yunanistan’da yaptığı askeri yığınağın nedenini açıklamaması ve sis perdesini ısrarla muhafaza etmesi de bir örnek teşkil edebilir. Fransız Senatosu’nda, bölücü terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD/YPG’nin temsilcisinin ağırlanması, İsveç’te Türkiye aleyhindeki gösterilere sessiz kalınması, Türkiye’ye karşı uygulanan çifte standartlar da sanırım cabası.

Evet Türkiye’de kamuoyunda güvenlik, beka, egemenlik gibi konularda bir kaygı yaşanmadı değil. Bunlar da bilinen meseleler, zira gazeteci Nedret Ersanel, Avni Özgürel ve Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün’ün programının sadık izleyicileri, Anadolu insanının Türkiye’de yaşanan ve dünyada meydana gelip Türkiye’ye yansıması olabilecek olaylarla ilgili olarak kaygılarının yorumsuz salt haberlerini alabiliyor. Gündeme getirilen çözüm önerilerini paylaşmayabilirsiniz. Ancak en azından kaygı dile getiriliyor. Aynı şekilde meslektaşım Tunca Bengin de gün aşırı Milliyet gazetesinde, Türkiye’de ve dünyada yaşanan olaylarla ilgili olarak ekseriyetle Türk insanının kaygılarını, beklentilerini ve tepkilerini kaleme alıyor. Bunun gibi bir çok örnek verebilirim.

Özetle Türkiye’de milliyetçiliğin yükselişi bir sürpriz değil. Bu yükselişin endo-dinamikleri bir kenara, ekso-dinamiklerinin de incelenmesi gerekir. AB’nin Türkiye’ye uyguladığı tecrit veya diyalogsuzluk tutumunun, kendini mesafelendirme politikasının da bir etkisi oldu maalesef. Neticede Türkiye, sadece iç dinamiklerden değil, aynı zamanda dış dinamikler ve üçüncü ülkelerin Türkiye’ye reva gördüğü politikaya da kitlesel bir tepki gösterdi. Güvenlik ve beka sorunu zaten burada da yatıyor.

BM ve yaşlanan nüfus sorunu

AB Türkiye’deki seçimleri etkilememek adına bu dönemde sessiz kaldı.