Uzaktan ufak tefecik görünse bile, Belçika, casusların tabiri yerindeyse ‘cirit attığı’ bir ülke. Avrupa Birliği (AB), NATO, Dünya Gümrükler Birliği, Eurocontrol, Enerji Sözleşmesi, Afrika Birliği Genel Sekreterliği gibi önemli kurumlara ev sahipliği yapan Belçika, Güneyde Fransa’yla, Kuzeyde Hollanda’yla, Doğu’da da Almanya’yla sınırdaş. İngiltere de hemen yanıbaşında. 184 ülkenin temsil edildiği, 26 bin diplomatın ağırlıklı olarak Brüksel’de görev yaptığı ve bu kadar önemli kurumlara ev sahipliği yapan bir ülkede kuşkusuz casusluk faaliyetleri de mevcut. Zira Washington, New York, Londra, Cenevre gibi, dünyada etkili olan karar alma mekanizmalarına ev sahipliği yapan Belçika, NATO ve AB’ye üye olmayan ülkelerin istihbarat birimleri için çok çekici bir ülke konumunda.
Nitekim dünya basınında düzenli olarak Belçika’da meydana gelen, üçüncü ülkeler tarafından yürütülen casusluk veya istihbarat faaliyetleri ile ilgili haberlere yer veriliyor. Geçmişte ABD veya komşu ülke Fransa hatta Türkiye ve İngiltere, Belçika’yı terörle mücadele konusundaki lakayıtlığı, isteksizliği ve konuyu önemsememesinden dolayı epeyce eleştiriyordu. İRA, DHKP-C, PKK, GİA gibi terör örgütlerinin ‘kol gezdiği’ ülke olarak tarif edilen Belçika, terörle mücadele ve istihbarat konusundaki eksiklikleriyle eleştiriliyordu.
Belçika Federal devleti önce 11 Eylül saldırıları, ardından da 22 Mart 2016’da Zaventem havalimanı ile başkent Brüksel’de yer alan Maelbeek metro istasyonunda meydana gelen terör saldırılarının ardından güvenlik ve istihbarat konusunda kolları sıvadı. 32 kişinin hayatına mal olan, 340 kişinin de yaralandığı, ömür boyu vücutlarda veya belleklerde taşınacak izlere neden olan bu hain saldırı Belçikalı yetkilileri nihayet harekete geçirdi.
Hapis cezası geliyor
Nitekim Belçika istihbarat konusunda hem teknolojik hem de insan kaynakları açısından ciddi yatırımlarda bulundu. Kısa adı SGRS olan Belçika Askeri istihbaratının personeli ile sivil istihbarat teşkilatının imkanları ve bütçeleri artırıldı. Bu yatırımlar, Belçika kolluk kuvvetleriyle istihbarat birimlerini daha etkili kıldı. Ancak yasal zeminde eksikler yok değildi. Zira Belçika ceza kanunlarında kapsamlı değişikliğe giderek 150 yıllık ceza kanununu güncelleştiriyor.
1000 sayfalık yeni ceza kanununda 1998’de güncelleştirilen casusluk tanımının kapsamı genişletiliyor. Üçüncü ülkelerin casusluk tanımları sadece Belçika’yla sınırlı bir şekilde tanımlanmayacak. NATO ve AB gibi Belçika’nın ev sahipliği yaptığını kurumlara da genişletilecek. Bu çerçevede Brüksel’de bulunan NATO veya AB kurumları nezdinde casusluk faaliyetlerinde bulunan üçüncü ülke vatandaşları 10 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanabilecek. Ayrıca Belçika ve Belçika’nın ev sahipliği yaptığı örgütlerde karar alma mekanizmalarını yasadışı yollardan etkilemeye çalışan üçüncü ülke vatandaşları da 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanabilecek.
Belçika casuslukla mücadele kanunu katılaştırmak için Avrupa Parlamentosu’nda yaşanan ‘Katargate’ skandalını beklemedi. Zira tasarı 2021’de hazırlanıp 2022’de kabul edilmişti.
Belçika Adalet Bakanı Vincent Van Quickenborg, jeopolitik ortama ve uluslararası gelişmelere uyum sağlamak amacıyla birçok AB ve NATO ülkesinde yaşanan casusluk faaliyetleriyle etkili bir şekilde mücadele edip, bu tür faaliyetlerin cezasız kalmaması için çalıştıklarını duyurdu. Nitekim Ukrayna-Rusya savaşından önce Belçika’da casusluk faaliyetinde bulunan 21 Rus ‘diplomat’ sadece sınır dışı edilmişti. Bu yeni kanun sayesinde casusluk faaliyetinde bulunanlar yargı karşısında hesap verip, suçlu bulunanlar da cezalandırılacaklar. Yeni kanun vicdani yoruma da pek yer vermeyecek.
Belçika bu sayede terör ve casuslukla mücadele konusunda etkinliğini sadece teknolojiyle değil, kanunlarla da pekiştirmiş oluyor. Casusluk faaliyetleri için üçüncü ülkeler için caydırıcı olur mu bilinmez. Ancak Belçika teröristler için ‘yol geçen hanı’ tanımını hak etmemek için önemli çaba harcıyor. Aynı şekilde, ev sahipliğini üstlendiği bunca uluslararası kurumun güvenliğini sağlamak için irade sahibi olduğunu ve ciddiyet sergilediğini kanıtlıyor.
Macron’un Ukrayna cesareti
Rusya-Ukrayna savaşının başladığı tarihten bu yana NATO’ya üye ülkelerin Ukrayna’ya yapacağı silah yardımlarının niteliği çok konuşuldu ve tartışıldı. Savaşın ilk günlerinde Rusya, NATO ülkelerinin Ukrayna’ya muharip silah vermeleri halinde savaşa taraf olacakları ve Rusya’nın söz konusu ülkelere karşı askeri nitelikte tepki gösterebileceğini iddia etmişti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bu açıklaması, savaşın ilk günlerinde NATO üyesi ülkelerin Ukrayna’ya çekinerek silah vermelerine neden oldu. NATO’ya üye ülkeler verilen silahları savunma amaçlı olarak nitelediler.
Önce tüfek, biraz top, mermi ve zırh savar mühimmat veren NATO müttefikleri kademeli olarak Ukrayna’ya verdikleri silahların atış ve imha gücünü artırdı. Geçtiğimiz yaz aylarında Ukrayna’ya kısa adı MRLS olan çok namlulu roketatar göndermesi tartışıldı. Ardından Ukrayna’ya Patriot veya SAMP-T tipi hava savunma sisteminin gönderimini tartıştılar. Uzun süre Ukrayna’ya verilecek olan Abraham M1, Leopard 2, Challenger 2 veya Leclerc tipi tankların verilmesi tartışıldı. Almanya ve ABD bu tür zırhlıların verilmesi konusunda ilk adımı atan ülke konumuna düşmek istemediler. Fransa ise orta veya uzun vadede Tankların verilebilmesi için önemli bir girişimde bulundu.
Nitekim Ukrayna ordusuna AMX-10 RC olarak bilinen hafif zırhlıları vermeyi kararlaştırdı. Fransa’nın bu adımı sayesinde ABD de Bradley tipi hafif zırhlılarını Ukrayna’ya bağışlayacağını açıkladı. Düne kadar çekimser davranan Almanya da 40 adet Marder gönderme kararı aldı. Rusya’nın savaş esnasında dile getirdiği kırmızı çizgiler pembeleşirken, NATO müttefikleri de ‘asla göndermeyeceğiz’ dedikleri silahları kademeli olarak Ukrayna’ya vermeyi sürdürüyor.
‘Kritik eşik’ yakın
1 Mayıs tarihinde kaleme aldığı üzere, müttefikler Ukrayna’nın NATO savunma doktrinini benimsemesini sağladılar. Ülkedeki silahların birçoğu neredeyse NATO standartlarına ulaştı bile. Rusya’nın Avrupa ülkelerinden çamaşır makinesi alarak içindeki parçalarla zırhlılarını yeniden üretme çabasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’nın ateş gücünü artırma çalışmalarına karşı yenik düşmesi kaçınılmaz gibi. Zira Ukraynalı subay, astsubay ve uzman erlerin eğitimleri de başta Almanya’daki ABD askeri üssü olmak üzere çeşitli NATO ülkelerinde devam ediyor.
Savaşın vadesi konusundaki belirsizlik şimdilik devam ediyor. Ancak müttefiklerin Ukrayna’ya verdikleri silahların miktarı ve nitelikleri barış anlaşmasının Ukrayna’dan yana olacağının işaretini de vermiyor değil. Zira Rusya’nın elindeki akaryakıt ve gıda kozu zamanla etkisini yitiriyor. Bundan sonra, AB ve ABD’nin Ukrayna’ya verecekleri silahların niteliğinin artması halinde, ufukta savaşın sonu görünebilir. Ancak kritik eşiği geçmek için sadece siyasi irade yeterli olmayacak. Amerikalıların sıklıkla kullandıkları ‘game changer’, yani oyun değiştirici nitelikteki silahlar arasındaki M1 Abrams, Leclerc, Challenger 2 tipi tanklar ile orta menzilli füzeler, savaşın vadesini belirler. Kritik eşiği geçmek için cesaret değil, irade gerekir.