Güldener Sonumut

Güldener Sonumut

ntvbenelux@gmail.com

Tüm Yazıları

Uluslararası ilişkilerin siyasi ve ekonomik boyutunda “Küresel Güney”, gün geçtikçe daha fazla önem kazanıyor. Dünya Bankası’nın tanımından yola çıkacak olursak Küresel Güney, Afrika, Asya ve Latin Amerika’da yer alan ve düşük ile orta gelirli ülkelerden oluşan bir topluluk.

Küresel Güney terimini, çağdaş siyasi anlamıyla ilk kullanan 1969’da Carl Oglesby oldu. Vietnam savaşı sırasında kuzey yarı küredeki ülkelerin güney yarı kürede bulunanlara karşı hakimiyetinin altını çizen Oglesby, bu tutumun, Küresel Güney’de yarattığı ve kabul edilemez olarak tarif ettiği sosyal düzeni tarif etmek için kullanmıştı.

Haberin Devamı

2000’li yıllarından başından bu yana ABD ve AB, dış politikada “değerler topluluğu” kavramını savunmaya başladı. Üçüncü ülkelerle ilişkilerinde demokratikleşme, insan hakları, ifade özgürlüğü konularında hassasiyet talep edip, temaslarını da bu zaviyeden yürütmeyi tercih ettiler. Nitekim ABD, 2000’lerde merkezi Almanya’nın Stuttgart kentinde bulunan ve kısa adı “Africom” olan Afrika Kuvvet Komutanlığı’nın temellerini atmaya başladı.

Kara politika

Aynı dönemde Avrupa Birliği de, Birlik ile Afrika Karayip Pasifik (AKP) ülkeleri arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkileri düzenleyen, 1975’te imzalanan Lome Anlaşması’nı güncelleme kararı aldı. 2000 yılında Benin’in başkenti Kotonu’da imzalanan AB-AKP anlaşmasının kapsamı, Lome Anlaşması’na göre daha genişletildi. İlişkilerin sadece ticari değil, siyasi ve sivil toplum örgütleriyle olan boyutları da dahil edildi. Ancak Transatlantik topluluğun bu “değerler politikası”, stratejik rekabet ve tarihi “gerçekler” engeline takıldı. Zira Rusya ile Çin, ABD’yle AB’nin “değerler politikasına” karşı, Afrika ülkelerine realpolitik ve işlemci politika alternatifini sundu.

Bu iki ülke, Küresel Güney ülkelerindeki rüşvet, demokratikleşme, ifade özgürlüğü ve demokratikleşme gibi kıstaslara önem vermediklerini dile getirip, “güvenlik sağlama” ve yatırımlarını artırma vaadinde bulunarak alternatif geliştirdi. Rusya ile Çin’in geliştirdiği bu alternatif, ABD ve AB’nin değerler politikasını büyük ölçüde gölgeledi. Zira Batılıların Afrika’daki “sömürgeci” geçmişini hatırlatan bu iki ülke, in, ABD ve AB’ye karşı etkin bir kara propaganda gerçekleştirdi. Bunun üzerine ABD, Africom’u küçültmek zorunda kalırken, Fransa da Mali’den çekildi. Yani AB, Rusya ile Çin’in Afrika’da Batı karşıtı söylemleriyle askeri ve siyasi bakımdan yer edinmelerine karşı gelemedi.

Haberin Devamı

Dolayısıyla Küresel Güney ülkeleri, Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı savaşa rağmen, Transatlantik ülkelerin Moskova’ya yönelik ekonomik ambargo veya siyasi tecrit politikasını pek desteklemiyor. ABD ve AB ülkeleri de, “değerler politikasından” fiilen sapma kararı aldı. Dış politikada yeniden realpolitike dönme kararı alan Transatlantik topluluğu, üçüncü ülkelere artık şu mesajı veriyor:

“Biz sizleri olduğunuz gibi kabul ediyoruz. Ancak siz de bizi olduğumuz gibi kabul edin. Güvenliğimizi tehdit edecek bir hamlede bulunmayın. Ticaretimizi sürdürelim. Kalkınmanıza da yardımcı oluruz.”

Haberin Devamı

Bu değişimin meyve verip vermeyeceğini ise zaman gösterecek.

Atlantik birliği, değerler ve Küresel Güney...

Macron’dan Pekin’e ‘realpolitik’ mesajı

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Pekin ziyareti son derece önemliydi. Pekin’e Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen (VDL) ile giden Macron, mevkidaşı Şi Cinpin’le görüştü. Macron, ABD ve AB’nin dış politikada realpolitike döndüğünün ilk işaretini verdi.

AB ve NATO ülkelerinin Pekin’le olan “ticari” ilişkilerinin parametrelerini yeniden masaya yatıran Macron, Çin’in, Rusya’nın Ukrayna’da sürdürdüğü savaşa askeri destek vermesinin ABD-AB ile arasındaki ticari ve siyasi ilişkileri olumsuz etkileyeceğini söyledi. Bunu söylerken de yanında 27 ülkeyi ticari ve ekonomik açıdan temsil eden VDL vardı. Aynı dakikalarda Brüksel’deki Dışişleri Bakanları toplantısının ardından konuşan Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de, benzer görüşleri yineledi.

Atlantik birliği, değerler ve Küresel Güney...

Enflasyon, güven ve resesyon...

Avrupa Birliği’ni (AB) enflasyon, mali kriz, ve bankalar arası olası bir güvensizlik krizi endişelendiriyor. Pandemi sonrası baş göstermeye başlayan enflasyon, hızlı yükselişini sürdürürken, Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) faiz oranlarını artırmaya devam etmesi de bu kaygıyı körüklüyor.

Enflasyon, sadece pandemi sürecinde yaşanan üretim sıkıntısından kaynaklanmıyor. Zira Kovid döneminde stratejik ürünlerde Çin’e bağımlı olduğu bir kez daha kanıtlanan ABD ile AB, stratejik ürünlerin üretiminin yeniden kendi sınırları içinde yapmayı kararlaştırdı. Kuşkusuz AB ve ABD’de işçilik maliyeti daha yüksek. Emtia fiyatlarında yaşanan artışların da üretim maliyetlerine ciddi etkileri yok değil. Bununla birlikte ABD’de iki bankanın iflas etmesi, İsviçre’de UBS’in Credit Suisse’i satın almak zorunda kalması, Almanya’da Deutsche Bank’ın zorda oluşu, piyasaları endişelendiriyor. Zira Avrupa Komisyonu’nun bankacılık ve finans sektöründe uyguladığı stress testlerinin kalitesi çok yüksek olsa da, bankaların birbirlerine likidite sağlamakta çekimser davranma ihtimalleri, AMB’yi tedirgin ediyor. Zira bankalar böyle davranırsa, AMB’nin piyasaya olası müdahale enstrümanları çok sınırlı.

Büyümenin sonu mu?

Soğuk Savaş’ın bitişiyle başlayan ekonomik küreselleşme süreci sayesinde ABD ile Avrupa’daki üretimin önemli bir kısmı, işçilik maliyetlerinin düşük olduğu Çin ve Asya ülkelerine kaymıştı. Bu sayede hem maliyetler düşüyor hem de fiyat rekabeti sağlanabiliyordu. Üretimin kademeli olarak yeniden ABD ve Avrupa’ya kayması, emtia fiyatlarındaki artış ve merkez bankalarının enflasyonu dizginlemek için faiz artırma politikaları, ekonomik büyümenin sonuna gelindiğine işaret ediyor sanki. Üstelik “M-Score” olarak bilinen, büyük şirketlerin bilançolarında manipülasyon yapıp yapmadıklarını gösteren Beneish değerlendirmesinde de skorlar maalesef artıyor.

“Wall Street Journal” gazetesinin 24 Mart tarihli nüshasındaki Josh Zumbrun imzalı makalede, ABD’nin önde gelen 2000 şirketinin bilanço rasyolarında olumsuz yönde önemli değişiklikler bulunduğu ve bunun, ekonomik durgunluğa girilebileceğinin işareti olduğu dile getirildi. Sonuçta Avrupa’da bir ekonomik krizle karşı karşıya kalınırsa, AMB’nin artık 2008, 2011 hatta 2020’deki gibi müdahale edecek gücü yok. Güven bunalımı da belki buradan geliyor. Tedarik zincirlerinin bölgeselleşmesiyle birlikte küreselleşme politikasına resmen son mu verdik sorusu da, bu krizde son derece meşru. Aslında en büyük kaygı belirsizlik.