Her şeyi bir macera olarak gören İzmirli yazar Bahar Akıncı, üniversite yıllarında başladığı seyahatin kendisi için bir yaşam biçimi olduğunu belirtiyor, “Yoksa nefes alamıyorum” diyor
Başarılı çünkü işine âşık. Âşık olduğu işi daha hobisiyken 20 yıllık deneyimin 15 yılında cebinden ödeyerek, kendi emekleriyle bugünlere gelmiş. Eski dost, İzmirli, yüreği güzel seyahat yazarı Bahar Akıncı’yla, dünyayla beraber onun kendi yolculuğuna çıktık bu sefer. Ama ne yolculuk, ben dinlerken feyz aldım, umarım siz de aynı duygularla okursunuz. Sevinç Pastanesi Sohbetleri’nde bu sefer dünyayı avucumuza aldık...
Seyahat öncesiyle başlayalım...
Dokuz Eylül Üniversitesi Dramatik Yazarlık bölümünde okudum. Üniversite ikinci sınıfta reklam ajanslarında çalışmaya başladım. Reklam yazarlığından, kreatif direktörlüğe kadar yükseldim. Esas mesleğim, reklam metni yazarlığı.
Gezme sevdası nasıl başladı?
Çok uzun yıllara dayanıyor. Seyahat etmeye üniversite yıllarımda başladım. İlk kez 2000 yılında, interrail’le (öğrenciler için ekonomik tren yolculuğu) neredeyse evden kaçarak Sofya’ya gittim.
Neden kaçtın?
Muhtemelen izin vermeyeceklerdi. Babam emekli hâkim. “Biz dünyada hiçbir yeri göremedik, sen belki gezersin” diye bana yeşil pasaport çıkarmıştı, yetenek sınavlarını kazanıp okula başlarken. Hani belki ileride okul gezisi vs. olur diye. Yaz tatili için İstanbul’a kuzenlerimin yanına gitmiştim. Yeşil pasaportumu da valize attım. İlk kez pasaportum olmuş, mücevherden daha değerli benim için, ki hâlâ öyle. Kuzenim ve arkadaşları da tam o günlerde o interrail’le Hollanda’ya gidecek. ‘Ben de geleceğim’ deyince, ‘Baban izin vermez’ dedi. Kimseye söylemeden Sirkeci Garı’na gidip Sofya’ya kadar gidiş-dönüş bileti aldım. Babamın 1 haftalık verdiği İstanbul harçlığı ona yetti. Kuzenime de babam izin verdi diye yalan söyledim. İki gün sonra yola çıkarken, ankesörlü telefondan evi aradım, “Ben Sofya’ya gidiyorum, merak etmeyin” diye. Kalp krizi geçiriyorlardı. Öğrenci yurdunda kalacaktım, yer bulamadım, aynı akşam trenle geri döndüm ve işte o dönüş yolunda bu yolculuğun bundan böyle hayatımı etkileyecek bir şey olduğunu düşündüm. “Ben trenle hiç bilmediğim bir yere gidebiliyorsam dünyanın her yerine gidebilirim ve neden olduğum yere bağımlı kalayım diye düşündüm. 20 yıldır seyahat ediyorum.
Deneyimlerinizi çok güzel aktarabiliyorsunuz...
Gittiğim yerlerdeki farklı hayatları, kültürleri, o toplumların penceresinden bakmaya çalışarak kaleme alıyorum, belki ondan ilginç geliyor insanlara. Ne yiyip ne içiyorlardan daha çok, nasıl yaşıyorlar, nasıl evlenip boşanıyorlar, nasıl bir eğitim sistemi var, toplu taşıma sistemi nasıl, nasıl evlerde yaşıyorlar, sanata bakış açıları nasıl diyerek anlatıyorum. Avantajlı ve dezavantajlı taraflarıyla anlatmaya çalışıyorum. Aslında insanlara bilmedikleri bir dünyanın kapılarını aralıyorum.
‘Hep yatırım yaptım’
n Profesyonel olarak seyahat etmeye nasıl başladın?
2008’de Amerika’dan döndükten sonra dünyaca ünlü ‘Travel and Leisure’ dergisinin Türkiye’de çıkmaya başladığını öğrendim. O sırada Maya reklam ajansında çalışıyordum. Hemen dergiye yazı yazma talebinde bulundum, onlar da çok kibar bir dille sadece edition-yabancı yazıların tercümesi- yazılara yer verdiklerini belirttiler. Bunun üzerine ben de blog açtım, ‘Kimse okumazsa ben okurum’ dedim. Bu arada gelirimin hepsi seyahatlere gidiyordu. Kendi başıma izinlerimi, bayram tatillerini birleştirerek seyahatler ediyordum. Ajans Başkanımız Erol Yaraş da çok destek oldu, hakkını ödeyemem. En ucuz biletleri bulmakta eksper olmuştum. Örneğin, 100 euro’luk bileti çok aktarmalı, halimanlarında beklemeli, 15 euro’ya buluyordum ve bu şekilde oldukça yer gezip notlar tuttum. Ben yine bir seyahatteyken bir arkadaşım bloğumu Turkcell Blog Ödülleri yarışmasına gönderdi ve gezi kategorisinde ikinci oldum. Ödül için İstanbul’a çağırdılar ama uçağa verecek param kalmamış (gülüşmeler)... Bu sırada Travel&Leisure’ın genel yayın yönetmeni değişiyor ve yerine Özgür Gezer diye başarılı bir kadın geliyor. Bir gün ondan bir mail geliyor, ‘Blog Ödülleri yarışmasında yazılarını gördüm, dilini çok beğendim, bizimle çalışır mısın?’ diye teklif geliyor... Yani hayatta hiçbir şey tesadüf değil! Bu arada ondan önce İzmir’de ilk Yenigün’de, sonra Diva’da yazdım. Bana bu şansı veren sevgili Gönül Soyoğul ve Pakize Sükan’a da buradan selam olsun. Sonra Hürriyet Ege’de Deniz Sipahi’den bana teklif geldi. Hürriyet Ege başladı. Kendi sosyal medyama 2012’de yatırım yapmaya başladım. Bunun için fotoğraf makinesi kullanmayı, drone kullanmayı öğrendim. İzmir’de fotoğraf sanatçısı Hakan Dere’den, ardından da Madrid’e gidip seyahat fotoğrafçısı Tewfik Elsawy’den eğitim aldım. Son dönemlerde sponsorlarım var, ama bunun öncesinde 20 yılın 15 yılında kendi cebimden harcayarak kendime ve mesleğime hep yatırım yaptım.
Amalfi’deki sürpriz
Zorunuz neydi desem?:)
Bunun açıklaması yok... Seyahat etmem gerekiyor, yoksa nefes alamıyorum. Her gün aynı şeyleri yapmanın, aynı insanları görmenin insanı körleştirdiğini düşünüyorum. 2012 yılına kadar Maya’da kreatif direktör olarak çalıştıktan sonra artık ajansla bir yol ayrımına geldik. Yönetim benden bir tercih yapmamı istedi ve ben seyahat etmeyi, yazmayı tercih ettim. Bu seçim, beni zaman zaman zorlasa da bana kendi ayaklarım üzerinde durmayı, mücadele etmeyi, proje üretmeyi, yaşamımı sürdürebileceğim yeni kaynaklar yaratmayı öğretti. Bugünkü Bahar’ı o ayrılışa borçluyum, evet. 7 yıllık emeğimin karşılığı olan bir tazminat aldım ve 3-4 sene önce izlediğim ve beni çok etkileyen Yetenekli Bay Ripley filminin çekildiği Amalfi Sahilleri’ne doğru yola çıktım. Dik bir yer orası ve pansiyona çıkarken sandaletim koptu. Sandalet almak için bir mağazaya girdim. Orada çalışan kız Türk çıktı. Ve onun sayesinde dönmeyip 3 aylığına bir sanat galerisinde çalışmaya başladım.
Zorlandın mı?
Hayır, hayatta her şeyi bir macera olarak görüyorum. Hem maddi, hem manevi olarak en dipleri gördüm; hiçbir zaman hayatı çok sıkıcı hale getirerek yaşamadım. Her şey, hayata nasıl baktığınla alakalı!
İzmir’de çok başarılı iki proje çıkarmıştın...
Evet. İlki, İzmir Büyükşehir Belediyesi&Movenpick İzmir’le birlikte gerçekleştirdiğimiz, Türkiye’nin en iyi dergi yazarlarına, köşe yazarlarına benim gözümden, benim İzmirimi gezdirdiğimiz ‘Destinasyon İzmir’ projesi; ikincisi ise instagram âleminin ilk dijital şehir hesabı @cityofizmir projesi. Türkiye’de instagram’da yapılmış ilk şehir tanıtım projesi oldu. EGİAD ve İzmir Büyükşehir Belediyesi önderliğinde Türkiye’den ve dünyadan en önemli influencer’ları ve fotoğrafçıları İzmir’de ağırladık. Hesap, 6 ay içinde 100 bini aşkın gerçek takipçiye ulaştı.
Başka neler yapıyorsun?
Ocakta çıkmasını planladığım bir kitabım var. Televizyon programım olacaktı, ancak pandemiden dolayı 3 kere ertelendi. Şimdi bir Youtube kanalı yaptık. Adı ‘Bahar Akıncı ile Yapılacaklar Listesi’. Umarım, dünyaya meraklı okurlara, izleyicilere ulaşır.
‘Enerjilerin birleşimi’
Dünyayı gezmiş biri olarak, Türkiye’yi nasıl bir enerjide, nasıl bir renk olarak tanımlarsınız?
Türkiye’nin enerjisi hiçbir yere benzemiyor. Birçok enerjinin birleşiminden oluşuyor. Tüm yaptıklarımıza, doğaya verdiğimiz zarara, birbirimize hoşgörüsüzlüğümüze rağmen hâlâ dünyanın en güzel ülkelerinden biri bu ülke. Enerjisi yüksek, psikolojisi dalgalı ama her şeye rağmen genç ve yaşayan bir ülke.
Norveç’te mi yaşarsın, Hindistan’da mı?
Norveç çok güzel ama sıkıcı, Hindistan’da yaşarım, her gün başka macera! Tabii, Hindistan’ın renklerine ve kültürüne âşığım, bunun da payı var. 3 kez gittim, yine gideceğim fırsatını bulur bulmaz.