Çözüm süreci hızla ilerliyor. Zor bir süreç.
Bir taraftan “barış süreci olgunlaşıyor”.
Türkiye’nin her tarafında, kuzeyinde, güneyinde, doğusunda, batısında, barışın olgunlaştığını görüyoruz.
Hasan Cemal’in Güneydoğu izlenimlerini 15 Nisan’dan beri T24 sitesinden okuyorum.
Kendimin, Ege Bölgesi, İzmir, Denizli, Kütahya izlenimlerimle karşılaştırıyorum.
Ortaya şu gerçek çıkıyor: Güneydoğu ile Ege bölgeleri arasında farklılık değil, aksine, benzerlik ve kesişim var.
Barış Türkiye’nin her yerinde olgunlaşıyor. Toplum barış istiyor.
Çözüm sürecine endişeli yaklaşanlar da, sürece destek verenler de, barış istiyor.
Toplumun çoğunluğunda, barışı destekleyenler-barışa karşı olanlar gibi bir karşıtlık yok.
Çözüme, barışa destek var.
Bu büyük toplumsal destek ve daha da önemlisi, barış dilinin hepimizin söylemine yerleşmesi, başarıyı mümkün kılıyor.
Şüphesiz ki, siyasi liderler ve aktörler bu süreç için çok önemli.
Ama, ülkemizde bugün yaşadığımız çözüm sürecinin esas taşıyıcısı, farklılıklarımız içinde biziz; yani, Türkiye toplumu.
Toplum, çözümü ve barışı mümkün kılıyor.
Toplum, şiddete ve teröre, ölüme ve acıya net olarak “Hayır” diyor.
İşte bu güçlü “Hayır”, çözüm sürecinin esas taşıyıcı aktörü.
Türkiye son yıllarda ciddi bir dönüşüm sürecinden geçiyor: Kentleşiyor, orta sınıflaşıyor, dışa açılıyor, küreselleşirken yerelleşiyor, yerelleşirken küreselleşiyor; sınıf dengeleri değişiyor, toplumsal sınıflar ve kimlikler konuşmaya başlıyor;
toplumsal hareketlilik, ülke içi göçler ve ekonomi dili hayatın her alanına yayılıyor; böyle bir Türkiye’de, büyük çoğunluk terör ve şiddet istemiyor.
Bugün yaşadığımız çözüm süreci, Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı büyük dönüşüm sürecinin bir parçası, çok önemli bir eşiği.
Bu süreci götüren aktörler olarak, Başbakan Erdoğan ve Abdullah Öcalan’ın isimlerini konuşuyoruz.
Bu doğru.
Başbakan Türkiye’de çok güçlü. Arap Baharı’nın ve Ortadoğu’nun da güçlü liderlerinden biri. Toplum üzerinde büyük etkisi var.
Öcalan da farklı örgütsel yapıları içeren PKK’nın bütünü üzerinde çok güçlü.
Ama, şu noktanın altını çizelim; Türkiye’nin yaşadığı dönüşüm süreci yaşanmasıydı, toplum çözüm sürecini istemeseydi, destek vermeseydi, bu süreç mümkün olmayacaktı. Liderler güçlü olsa bile.
Bu nedenle, tüm ülke olarak, hepimiz, çözüm sürecini yaşıyoruz, tartışıyoruz ve giderek çözüm için ve barışın inşası için uzlaşma noktasına yaklaşıyoruz.
Haklı endişeler ve tepkiler var.
Haksız ve korkutucu saldırılar da.
Çünkü, kabul edelim, çok hızlı ilerleyen ve belirsizlik içeren bir çözüm sürecinden geçiyoruz.
Yaşadığımız deneyim aslında, “belirsizlik döneminde uzlaşma ve çatışma çözümü”.
Belirsizlik, endişe, korku ve tepki duygularını körüklüyor.
Kaybedecek miyiz, bölünecek miyiz, ayrışacak mıyız; biz kaybederken başkaları çok mu güçlenecek ve kazanacak; çok büyük bir diyet mi ödeyeceğiz?
Tüm bu “acabalar” yaşadığımız belirsizlikten besleniyor.
Acabalara etkili yanıt olmayınca da, belirsizlik durumu güçleniyor.
Çözüm sürecinin, endişe ve korku temelli kısır bir döngüye girme riski var.
Bu risk ciddiye alınmalı.
Dönüşüm süreci otomatik olarak çözüm sürecinde başarı sağlayamaz.
Dönüşüm ve toplumsal destek başarının gerekli koşulu, ama yeterli koşulu değil.
Yeterli koşul, hep vurguladığım gibi, AK Parti ile CHP’nin bu süreç üzerinde birlikte hareket etmeleri.
AK Parti-CHP birlikteliği, sadece bu süreçle sınırlı olsa bile, belirsizlik durumunu ortadan kaldıracaktır.
Toplumsal destek ile siyasi desteğin birlikteliği, çözüm sürecinin başarısını getirecektir.
CHP, çok geç olmadan, sürece dahil olmalıdır.
Sadece çözüm süreciye sınırlı olsa bile, toplum CHP’den “ben de varım” demesini bekliyor.