3 Temmuz Mısır darbesinden sonra korkulan oldu. Darbecilerin Müslüman Kardeşler’e ve Mursi taraftarlarına karşı saldırılarının sonuncusunda, 650-1200 arasında silahsız sivil canlarını kaybetti, 4000-5000 arasındaki kişi yaralandı.
The Independent’tan Robert Fisk, “Kahire Katliamı” adlı makalesinde (14 Ağustos), Mısır’da darbecilerin asıl öldürdüğünün, “Mısır’ın Arap ulusunun sonsuza kadar annesi olduğu düşüncesi... Mısır’ın kendi insanlarının tümünü kendi çocukları olarak gördüğü milliyetçi ülküsü” olduğunu söylüyor. Haklı da.
Artık, bir ulus olarak Mısır düşüncesi yok; yerine iki topluluğa, iki meydana, iki zıt siyasi cepheye bölünmüş bir Mısır var.
Zaten zayıf olan demokrasinin şiddet tarafında öldürüldüğü bir Mısır var.
Sandığa, seçimlere güvenin sıfırlandığı bir Mısır var.
Darbe yoluyla demokrasi geleceği düşünülen Mısır, bugün bölünmüş, kutuplaşmış ve hızla iç savaş riskine savrulan bir ülke.
Darbeciler, sadece masumları değil, Mısır’ı da öldürdüler.
Artık Mısır’ın tekrardan seçim sürecine girmesi, tüm aktörlerin katılacağı bir seçimle, tekrardan sivil yönetime, demokrasiye dönmesi çok zor, hatta imkânsız gibi.
Ortadoğu’nun, Kuzey Afrika’nın, Arap dünyasının bu önemli ülkesi, bölgesel gücü, bugün artık kendi içinde iç savaş eşiğine gelmiş ve bölgesi için büyük bir istikrarsıznlık riskine dönüşmüş durumda.
Suriye krizi, Irak’da iç savaş olasılığı ve İran sorunundan sonra, Mısır’ın bugün karşılaştığı iç savaş riski, tüm bölgeyi felakete itebilir.
Bu nedenle de dün demokrasi-darbe ilişkisi kuranlar, bugün büyük bir korku ve endişe içindeler.
Nahda ve Adeviyye meydanlarında daha önce yapılan iki katliam girişimine, “Darbe Mısır’a demokrasi getirecek” düşüncesiyle sessiz kalan Batı, bugün, korku ve endişe içinde.
Darbe Mısır’a, insan trajedisi, bölünmüşlük, belirsizlik ve iç savaş olasılığı getirdi.
Batı bir kere daha Doğu’ya bakışını belirleyen Oryantalizme ve Batı-merkezciliğine yenildi. Arap Baharı sürecini anlayamadığı, Tahrir Meydanı’nı anlayamadığı gibi, darbe yoluyla hükümet değişikliğinin neler getirecebileceğini de anlayamadı.
Bu coğrafyadaki değişim isteğine güvensizliği, bugün, iş savaş endişesi ve korkusuna dönüştü.
Körfez ülkeleri ve Arap dünyası da, genelde, darbeye sesssiz kaldılar. Hatta darbeyi desteklediler. Değişim istemeyen çıkar-temelli yaklaşımları, bugün kendilerini büyük bir Mısır sorunuyla karşı karşıya bıraktı.
Mısır’da üçüncü aktöre gereksinim var
Bölünmüş Mısır’da, normale ve seçimlere dönmek için, “üçüncü aktör”e, “arabulucu”ya gereksinim var.
Bu aktör artık Batı olamaz. Ne Amerika’nın, ne de Avrupa ve AB’nin, hem darbe rejimine baskı uygulayacak, hem de Müslüman Kardeşler’i ikna edecek bir üçüncü aktör rolünü oynamaları artık imkânsız.
Batı, ancak, Mısır darbe yönetimine ve darbeyi destekleyen Körfez ülkelerine baskı uygulayabilir.
Müslüman Kardeşler’i iç savaşa ya da rövanşa değil, normale ve seçimlere dönmeye ikna edecek aktör, Türkiye ya da Katar olabilir.
Financial Times’ta, 15 Eylül’de, Kahire katliamıyla ilgili olarak yayımlanan iki yazı da Türkiye’nin üçüncü aktör ya da arabulucu rolünü oynamasının öneminden bahsediyor ve Başbakan Erdoğan’a bunun için çağrıda bulunuyordu.
Türkiye bu rolü ciddi olarak düşünmeli ve etkin ve sonuç alıcı oynamak için de doğru ve gerekli hazırlıkları ve girişimleri yapmalı. Bu, Mısır’a yapılacak en önemli ve değerli katkı olacaktır.
Bitirirken şu noktanın da altını çizelim:
Kahire katliamı, bir kere daha gösterdi ki:
(a) Türkiye’de demokrasinin varlığı çok önemli bir değer. Demokrasiyi ileri götürmek ve pekiştirmek için çalışmalıyız;
(b) Batı’nın darbe üzerime tutumunu eleştirelim, ama Türkiye-AB ilişkilerinin ve AB-çapasının Türkiye için ne kadar önemli olduğunu görelim ve,
(c) Türkiye-Mısır karşılaştırması yapma hatasından da vazgeçelim.