Madrid’e, Suriye ve Mısır odağında Türkiye dış politikası üzerine bir konuşma yapmaya gidiyorum.
Uçakta, bir taraftan notlarıma bakıyor, bir taraftan da dağların karla kaplı muhteşem güzelliğini seyrediyorum.
Suriye ve Mısır krizleriyle “reset”lenmek gerekliliğinde olan dış politikamız için AB tam üyelik sürecinin önemini inandırıcı biçimde nasıl ilişkilendireceğimi düşünüyorum.
Türkiye’de de, son yıllarda, AB tam üyelik müzakereleri durdu, AB’yle ilişkiler donma noktasına geldi, AK Parti hükümetinin AB sürecine yaklaşımı ilgisizlik düzeyine indi.
Türkiye-AB bütünleşmesinin ve AB çıpasının, Türkiye için önemini, kamusal alanda, akademik dünyada ve örgütlü toplum olarak yüksek sesle dillendirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’nin, başta demokrasi ve hukuk alanlarında yaşadığı sorunlara çözüm bulması, dış politikada tekrardan etkili olabilmesi ve ekonomide sürdürebilir büyüme ve insani kalkınma yaratabilmesi için, AB çıpasının kritik önemini vurgulamalıyız.
Eğer AB çıpası ve Kopenhag kriterlerine bağlılık güçlü olsaydı, hukukun bugün iflas etme noktasına gelmesi bu kadar rahat olabilir miydi?
Temel ve siyasal haklar ile özgürlükler alanlarında, Türkiye’nin performansı, bu kadar kötü olabilir miydi?
İki güncel örnek:
Anayasa Mahkemesi’nin Mustafa Balbay için, uzun tutukluluk sürelerini hak ihlali olarak gören olumlu kararından ve Balbay’ın tahliye olmasından sonra, Balbay’la aynı konumda olan 4 BDP ve 1 Bağımsız milletvekilinin tahliye olma talepleri, yerel mahkemeler tarafından bu kadar rahat reddedilebilir miydi?
Bu kararın, Çözüm Süreci’ne olabilecek olumsuz etkilerini de düşünelim.
Gezi protestolarında, Antalya’da, kaldırım boyayan 13 yaşındaki çocuğa, bu kadar rahat, 6 yıl hapis cezası istenebilir miydi?
Başta AK Parti hükümeti olmak üzere, muhalefet partilerini, Türkiye-AB ilişkilerini canlandırmak için çalışmaya davet etmeliyiz.
Avrupa’nın kendi içinde yaşadığı tüm sorunlara rağmen, Türkiye-AB ilişkileri ve AB çıpası güçlü olduğu zaman, Türkiye’nin demokrasi, dış politika ve ekonomi performansı daha iyi oluyor. 2000-2005 dönemiyle, 2006-bugünü karşılaştırdığımız zaman, bunu görebiliyoruz.
Gerek, dış politikanın aktif ve etkili olması için gerekli “Reset”inin; gerekse de, ekonomide Cari Açık Sorunu’nun ve Orta Gelir Tuzağı sorunlarının çözümlerinin, önemli bir boyutu, Türkiye-AB ilişkilerini canlandırmak.
Hem AB’nin, hem de Türkiye’nin, iyi ilişkilerden “birlikte kazançlı” çıkacağı gerçeğini, başta AB üst yöneticileri görüyorlar.
Bu bağlamda, tam üyelik müzakerelerinin yeniden başlamasına ek olarak, Başbakan Erdoğan’ın ve AK Parti Avrupa Komisyonu ile “Vize Muafiyeti” sürecinin başlamasını sağlayacak “Vize Serbestisi Mutabakat Metni” ile “İade ve Geri Kabul Anlaşması” imzalaması, tarihi nitelikte bir adım oldu.
Davutoğlu’nun, Kıbrıs sorununun çözümü için attığı adımlar da çok olumlu.
Son yıllardaki ilgisizlikten sonra, sanki hükümet, Türkiye için AB çıpasının önemini görmüş ve AB sürecini canlandırmak istiyor gibi.
Umarız, çok gerilimli geçecek 2014 yılı, aynı zamanda, Türkiye-AB ilişkilerinin canlanma yılı da olur...