Önceki yazımızda ‘yığın mimarimiz(!)’le şehirlerimize, insanımıza ve yarınlarımıza ihanet ettiğimizi yazmıştık. Belli ki burada bir ihanetimizi yazmayı ihmal etmişiz, o da tarihimize olan ihanetimizdir.
Dünü olmayanların yarınlarının olamayacağı açıktır.
Başta İstanbul olmak üzere pek çok şehrimiz çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış tarihi kentlerdir. Diğer bir ifadeyle, bu denli kadim şehirlerimizin tanığı tarihtir.
Sözde şehirleşme ve yine sözde modernleşme adına ilk yaptığımız iş, tarihi eserlerimizi yıkarak, yakarak, en hafifinden ölüme terk ederek, tarihin tanıklığını somuttan soyuta indirgedik.
Artık o eserlerin yerinde yeller esiyor ve yalnızca resim ya da yazıyla kitaplarda, ‘gizli’ tanıklık yapabiliyorlar!
Zamanımız düşünürünün yerinde bir tespiti var: “... Süleymaniye’nin ihtişamı karşısında inşa ettiğimiz gecekondu ile dilimizi çıkarıp tarihle ve o görkemlilikle alay etmek(!) mevkiindeydik.”
Şimdilerde ise, gecekonduyu yıkıp, onun yerine Süleymaniye’nin minaresine tepeden bakan, bir demir veya beton yığınıyla ‘tepegöz’ binalar diker olduk.
Zihniyete bakın ki yol açmak veya mevcut yolu genişletmek için tarihi binalara, eserlere kıyıldı.
Dünya üzerinde tarihi eserlerini yok etmek için kanun çıkaran ve uygulayan bizden başka bir millet yoktur ve olamaz! Zira bu, ancak vahşet içeren vahşi bir düşmanlıkla yapılır; o da yalnızca bizde var.
Her medeniyetin kendine özgü mimari çizgileri vardır; yaptıkları eserlere bakılınca, o adlarla anılırlar. Örneğin; bu Selçuklu, bu Osmanlı, bu Babür, bu Barok, bu Rokoko, vb. mimarisi gibi çeşitli ve belirgin özellikler yansıtırlar.
Yukarıda saydığımız imparatorluk mimarileri ve bunlardan başka daha niceleri Türk’tür. Bunların her birine Viyana’dan Çin Seddi’ne kadarki geniş coğrafyada rastlarız.
Maveraünnehir illeri, özellikle Özbekistan ve Hindistan’daki Babür (Tac Mahal) Türk-İslam mimarisinin şahika noktasını sergiler.
Türk’ün Orta Asya steplerinde ‘soğan kubbe’yle çınlayan ilahi sedası, batıya açıldıkça, Anadolu yaylasında ve Balkanlar’da topyekûn gökyüzünü kubbeleştirerek yankılanır.
Atalarımız insanı toprağa bağlayarak ve ufkunu olabildiğince açarak müstesna ve kendisine imrendirecek medeniyetler oluşturdu.
Biz ise, insanımızı topraktan kopararak ve ufkunu kapatarak medeniyet yerine vahşete mahkûm ettik.
Doyumsuzluğumuzun hızı öylesine gemi azıya aldı ki altı ay süresince uğramadığınız bir semte geldiğinizde karşınıza bilmediğiniz, tanımadığınız ucube bir şehir çıkıyor!
Bu acelecilik, hırs ve doyumsuzluk şeytanda olsaydı hırsından çatlar, meydanı kendisini işsiz bırakan insan müsveddelerine bırakırdı!
İnsanın gözünü toprak doyurur diye boşuna dememişler.