Türkiye nereden nereye geldi? Sayın Erdoğan’ın ‘one minute’ çıkışıyla yüreğimiz ağzımıza gelmişti! Zira böylesi bir durum, ilk defa oluyordu ve en az içeridekiler kadar, dışarıdakileri de şoke etmişti.
1947 yılında imzaladığımız Türk-Amerikan İkili Askeri İşbirliği Anlaşması ile ülkemiz, ABD boyunduruğuna girmişti. Güvenliğimizi, savunmamızı ABD’ye havale edip, kendimiz yan gelip yatmıştık.
Gözümüzü de, ABD’den gelecek yardımlara ve IMF’in vereceği kara faizli paralara dikmiştik.
Toplu iğne ve asker potini yapmaktan aciz ülkemize; öylece kalmamızı ve neye (!) ihtiyaç duyarsak kendileri tarafından karşılanacağını söylediler.
Uysal çocuklar gibi laf dinledik; laf dinlemeyenlerimize de hadlerini bir güzel bildirdik! (Darbelerle ve darbelerin getirdiği olağanüstü hükümetlerle)
60’lı yılların başlarında, Kıbrıs’ta ‘harim-i ismetimize’ dokunuldu; ABD, müdahale ettirmedi, bize biçilen rol doğrultusunda. Zaten bizim de tek başımıza müdahale edebilecek güç ve kuvvetimiz yoktu.
74 senesinde, yine Kıbrıs’ta; saplanan bıçak kemiğe değince, gözlerimizi karartıp çıkarma yaptık. NATO’dan aldığımız piyade tüfeklerini bile kullanamayacağımız söylendi ve baş müttefikimiz (ABD) tarafından ambargoya tabi tutulduk.
Belli ki, ne olmamız, ne ölmemiz isteniyordu. Onlar için sürünen Türkiye en ideal ülkeydi.
200 senedir bu zilletle yaşıyoruz; bunun önceki yüzyılı, Osmanlının çöküş ve yıkılış asrıdır. Diğer yüzyılı ise, Kurtuluş Savaşı akabinde kurduğumuz yeni devletimizin parlayarak başlayan ve ne yazık ki, sürünerek devam eden bu asrımızdır.
Silkinip kendimize gelmek ve bir yerlerden işe koyulmanın vakti çoktan gelip geçmişti, lakin bu durumu kuvveden fiile çıkarabilecek siyasi iradeden mahrumduk.
Bunu derken, önceki siyasetçileri, iradesizlikle suçlamak istemem. Türkiye’mizin bu denli kuşatılmışlığını görünce, onların da ellerinin-kollarının bağlı olduğunu anlıyor, kendilerine bir dereceye kadar hak veriyoruz!
Ama düşmanla iş tutan FETÖ gibi yapılanmaları ve düşmanın emriyle darbe yapıp siyasi iktidarları devirenleri, milletçe affetmemizin imkânı yoktur!
Türk’e kefen biçen bu kuşatmadan çıkmanın tek bir yolu vardı; o da, milletine sevdalı, gözü kara, yiğit bir Anadolu evladının: ‘ Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!’ diye, zalimin, zalimlerin yüzlerine haykırmasıydı.
Haykırmakla da iş bitmiyor; zalimlerin karşısında dik durmanın, durabilmenin gereğini yapmak icap ediyordu. Şükür ki, hem o haykırış ve onun icabı yerine getirildi, getiriliyor. Türkiye; ABD’den yardım almadan yaşayabiliyor, üstelik dünyadaki mazlumlara yardım elini uzatıyor, ABD’ye rağmen, yurt dışına askeri harekât düzenleyebiliyor. Kendi silahlarını üretiyor; savunmasına ihtiyaç duyduğu silahları, istediği ülkeden alabiliyor.
Düne kadar konumumuz belirleniyordu, artık konum belirleyen ülkeyiz.
Kabuğu kırdık, bundan böyle Türkiye’yi kimse tutamaz ve kimse Türkiye’ye rol biçemez!
Bizi hizaya çekmek için, her on yılda bir giriştikleri darbelerin de para etmediğini gördüler.
Bükemedikleri bu bileğin hakkını verme sırası, ister istemez kendilerinde!..