20’li yaşlarımın başlarında, “Bir Genç Kızın Anıları” kitabı sayesinde tanıştım Simone de Beauvoir ile. Büyülendim. Çocukluğundan alıp üniversite yıllarına kadar izini sürdüğü anılarında benim cılız sesle dahi edemediğim isyanları nasıl yüksek sesle ifade ettiğini görünce rehberimi bulduğumu hissettim. Sonrası yeni yaşlarımla birlikte geldi: “İkinci Cins”, “Konuk Kız”, “Başkalarının Kanı”, “Mandarinler”, “Sessiz Bir Ölüm”…
“Sabah kalk, evi topla, yemek yap, öğle yemeği, bulaşık, akşam yemeği, bulaşık… Benim hayatım böyle, anneminki gibi geçmemeli” diyordu “Bir Genç Kızın Anıları”nda. Özgür bir yaşamın şifrelerini çözmekte kullandığı matematik, o özgürlüğe sahip çıkma konusundaki felsefesi, aklımı başımdan almıştı. Onu okuyan sayısız kadın gibi okumakla kalmadım, Simone de Beauvoir olmak da istedim. Bu yüzden, gazeteciliğe ilk adımlarımı Duygu Asena’nın yanında atmamın tesadüf olduğuna inanmamışımdır hiç. Bir Beauvoir olamadım tabii ama ikinci dalga feminizmin büyükannesinin Türkiye’deki kız torunlarından biri olarak çok mücadele verdim ‘kadın’ olma konusunda. Değil mi ki o “İkinci Cins”te “Kadın doğulmaz, kadın olunur” diyordu.
İlk rehber kitabım “Bir Genç Kızın Anıları”nda okuduğum her şey, kalp atışlarımı artırıyor, kadının varoluşu konusunda öne sürdüğü fikirler beni inanılmaz heyecanlandırıyordu. Altını çizdiğim satırlardan kırmızı kalemlerin kanı damlıyordu. Dokuz yaşında tanıştığı en yakın arkadaşı Zaza’ya ilk bu kitapta rastladım. Onun özgür, kişilikli, eğlenceli bir çocuktan ailevi ve toplumsal baskılar altında ezilen bir genç kıza dönüşmesine ve 21 yaşında beyin iltihabından ölmesine de az gözyaşı dökmedim. Daha sonra okuduğum Simone de Beauvoir biyografilerinde de çok karşılaştım Zaza’yla. Son buluşmamız ise bu hafta Beauvoir’ın, Margaret Atwood’un önsözüyle Can Yayınları’ndan çıkan “Ayrılmaz İkili” romanında oldu.
Modası geçmez
Beauvoir’ın bu kitabından habersizdim. Meğer 1954’te, “Mandarinler” Goncourt Ödülü’nü kazandıktan hemen sonra yazmış kitabı. Ne var ki Sartre kitabı önemsiz bulunca “Manevi bir ihtiyaç değildi ve okurun ilgisini çekmezmiş gibi görünüyordu” diyerek yayımlamamış kitabı Beauvoir. Neyse ki kızının kararıyla gün yüzüne çıktı. Ve ne kadar önemli bir kitap olduğunu kanıtladı. Sartre da yanılır! New York Times’dan Leslie Camhi, Türkçeye yeni çevrilse de 2021’de yayımlanan bu otobiyografik roman için “Belki de Sartre’ın bu kitapta neyi sevmediğini tahmin etmek şimdi çok daha kolay. ‘Ayrılamaz İkili’, Beauvoir’ın gençlik hayatını belirleyen ilişkinin Sartre ile yaşadığı ilişki olmadığını ortaya koyuyor” diyor.
İşte bu ilişkinin hikâyesi “Ayrılmaz İkili”. Romanın anlatıcısı Sylvie, Simone de Beauvoir. Onun ayrılmaz ikilisini oluşturan Andree ise Zaza. Okulda Andree’nin Sylvie’nin yanına oturmasıyla başlıyor roman. Sylvie daha ilk günden, bu zeki, son derece komik, rahibelerden korkmayan, onların taklidini yapan, bir yetişkin gibi davranan eğlenceli arkadaşının farklı biri olduğunu seziyor. Arkadaşlıkları hızla yol alıyor. Kısa sürede öğretmenleri onlara ‘ayrılmaz ikili’ adını takıyor. Andree’nin hayranlık uyandıran özgürlüğü Sylvie’yi çok etkiliyor. Sabahlara kadar sohbetler ediyorlar. Ne var ki ergenliğin sonuna doğru, evlilik çağı yaklaştıkça, Andree ailesinin ve toplumun baskıları altında ezilmeye başlıyor. Annesiyle bağını kesemeyen Andree’nin, annenin ve toplumun kurallarının altına gömülen özgürlüğü her geçen gün kan kaybederken kendisinin de hayatla ilişkisi zayıflıyor. Sonunda Andree zincirlendiği baskıcı geleneksel kültür tarafından öğütülüp gencecik yaşında hayata veda ediyor.
Kitaptaki birçok bölüm, “Bir Genç Kızın Anıları”ndakinin neredeyse aynısı. Ama orada kitabın bir bölümüyken “Ayrılmaz İkili”nin ana anlatısı konumunda. Ve bu hâliyle daha etkin. Andree’nin hikâyesi bugün bile çok değerli. Nitekim Margaret Atwood da yazdığı önsözde kitaba vaktiyle burun kıvıran Sartre’a şöyle sesleniyor: “Şu anda Zaza gibi kaç kadın yaşıyor biliyor musunuz? Bazıları ülkelerinin yasalarınca ezilen, bazıları yoksulluk ya da cinsiyet eşitliğinin sözümona var olduğu ülkelerdeki ayrımcılık nedeniyle ezilen onun gibi parlak, yetenekli, becerikli kadınların sayısı nedir? ‘Ayrılmaz İkili’ bütün romanlar gibi kendi zamanına ve mekânına özgüdür elbette ama aynı zamanda kendi zamanını ve mekânını da aşar”. Bize de diyor ki: “Oku ve ağla sevgili okur!” Türkiye’deki Zaza’ları, onların sadece ailevi ve toplumsal baskılarla değil, erkek eliyle de durmaksızın öldürüldüklerini düşündükçe ağlamamak imkânsız.
“Umarım bir gün İkinci Cins’in modası geçer, okunmaz olur” demişti yazar. Ama ne yazık ki Simone de Beauvoir’ın kitaplarının modası geçmiyor. O hâlde mutlaka okuyun “Ayrılmaz İkili”yi.
İyi pazarlar dilerim.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024