İki çocuğum, bir de kızım var. Erkek adamın erkek çocuğu olur. Hiç erkek doğurmadın, bütün mirasınızı damatlar yiyecek. Ataerkil toplumlarda yaygın ifadeler bunlar. Kız çocuğun çocuktan sayılmaması, erkeklik hatta kadınlık nişanesinin erkek çocuk sahibi olmayı gerektirmesi. Üstelik bunlar kadının meseleleri kabul edilir. Yanlış (!) spermin sorumlusu o olmadığı hâlde, fatura kadına kesilir. O, kocasına bir erkek evlat verememiştir.
Kadın, kadın olmakla ilgili maruz kaldığı onlarca haksızlık yetmezmiş gibi dünyaya getirdiği çocuğun cinsiyeti üzerinden bir de psikolojik şiddete uğrar. Eksikli görülür. Defolu. Artık devir değişti, gerçeği herkes biliyor diyebilecek durumda değiliz. Hâlâ birçok kadın ‘erkek çocuk sahibi olma’ stresi yaşıyor evliliğinde. Bizde ve dünyanın farklı coğrafyalarında.
Amjad Al Rasheed’in ilk uzun metrajlı filmi “Inshallah a Boy / İnşallah Erkek Olur” konuya miras meselesini odağına alarak, kadın olmakla ilgili yan hikâyeleri de kullanıp son derece vurucu bir yorum getiriyor. Bu yıl Cannes Film Festivali’ne katılan ilk Ürdün filmi olma özelliği taşıyan “İnşallah Erkek Olur” aynı zamanda Ürdün’ün Oscar adayı seçildi. Türkiye’deki izleyiciyle Ayvalık Film Festivali ve Filmekimi’nde buluştu. Şimdi de MUBI’de gösterimde.
İtiraz, isyan, mücadele etme!
Filmin kahramanı Nawal, 30 yaşında. Bir kızı var. Kocasının ani ölümüyle bütün dünyası tepetaklak oluyor. Daha acısını yaşayamadan, yasını tutamadan evinden atılma tehlikesiyle burun buruna geliyor. Zira, Ürdün’de ve birçok Arap ülkesinde yürürlükte olan bir kanuna göre, kadın kocasını kaybettiğinde eğer erkek çocuğu yoksa miras, kocasının ailesi arasında paylaştırılıyor. Nawal, taksitlerini Alzheimerlı bir hastaya bakarak ödediği eve kocasının onu ortak ettiğini sanıyor ama bu sadece verilmiş ama tutulmamış bir söz. Kocasının erkek kardeşi ailesiyle kirada oturdukları için Nawal ve kızının yanına taşınmaktan söz ediyor. Hatta yeğeninin velayetini almaktan, Nawal’ı evden atmaktan… Nawal’ın en yakını, abisi. Fakat o da kardeşinin arkasında durmuyor. “Kır bacağını otur oturduğun yerde!” tadında tavsiyeleri. İtiraz etme, isyan etme, mücadele etme.
Nawal’ı kurtaracak tek şey, kocasının ölümünden hemen önce yeniden çocuk sahibi olmak için yaptıkları denemelerin meyve vermesi, hamile kalması ve dünyaya bir erkek çocuk getirmesi. Nawal, kendi ailesinde bunları yaşarken, yanlarında çalıştığı Hristiyan ailenin kızları da kendisini sürekli aldatan kocasıyla mücadele ediyor. Ailesi boşanmasına sıcak bakmıyor. Üstelik hamile, bu çocuğu istemiyor ancak kürtaj yasağı var. Filmin alt metninde farklı kültürden bir kadının yaşadığı psikolojik baskı Nawal’ınkiyle iç içe usul usul yol alıyor.
Bir noktada Nawal, dik durabilmek için kendisine yaslanması gerektiğini fark edip hayatının iplerini eline alıyor. Peki hamile kalabiliyor mu? Erkek çocuğu oluyor mu? Bu soruların cevabı filmde.
Film tüm süreci, belli bir gerilim dozunda, abartıya yer vermeden gerçek hayattan kareler sahiciliğinde anlatıyor. Kadının maruz kaldığı psikolojik şiddete dikkat çekmekle kalmıyor, kadının isterse kendi içindeki gücü çıkarıp bütün dünyaya kafa tutma potansiyeli olduğunu gösteriyor. Bir filme kadın sorununu çözmek gibi büyük anlamlar yüklemek haksızlık olur. “İnşallah Erkek Olur”un da böyle sihirli bir gücü yok. Ama çok kuvvetli sorular sorduruyor. Doğru bir okumayla, gücünden şüphe eden her kadını yüreklendirecek sorular bunlar. “Gücünüzü bilin” diyen. Vicdan sahibi erkeklerin de kafasını açacak nitelikte. İzlemenizi çok isterim.
İyi pazarlar.