Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in ülkesinde ne olduğunu anlamak istemediği önceki gün yaptığı televizyon konuşmasından anlaşılmıştı. Mübarek, Mısır halkının, özellikle gençlerinin gönlünü aldığını sandığı konuşmasında milli duygulara hitap etmeye çalıştı. “Mısır’ın oğulları” diye seslendi. Protestocuları öldürenlerden hesap soracağını söyledi. 1973’teki kısmi savaş kahramanlığını anımsattı. Sanki Mısır’daki muhalif hareketin lideri oymuş gibi, “dış güçlere boyun eğmeyeceğini” eklemeyi unutmadı. Yetkilerinin önemli bir kısmını yardımcısı Ömer Süleyman’a devrettiğini açıkladı.
Mübarek’in görmek istemediklerinin başında sokağa dökülmüş yüz binler geliyor. Mübarek’in, koltuktan kalkıyormuş gibi yaparak, ayağa kalkmış Mısırlıları kandırabileceğini düşünmesi kendini kandırdığının işaretiydi.
İkincisi yetkilerini yardımcısına devrederek işi çözebileceğini sanmasıydı. Oysa Mübarek, ayağa kalkmış halkın, kendisiyle yardımcısı arasında fark görmeyeceğini biliyor olmalıydı. 1973’teki yarım kahramanlığının Mısır’ın başında kalmasına yetmeyeceğini de bilmesi gerekirdi.
Gecikmiş istifa
Mısır halkının Mübarek’in “yarım kahramanlığı ve “yarım istifası”nı yutmadığı dün anlaşıldı. Yüz binler saraya yürüyünce Mübarek istifa etmek zorunda kaldı. Sadece Mübarek değil, yetkilerini devrettiğini söylediği yardımcısı Ömer Süleyman da devre dışı kaldı.
Mübarek gibi ABD Başkanı Obama’nın da Mısır’da olanları doğru okumadığı görülüyor. ABD Başkanı, Mübarek’in istifa etmesi, yerine Süleyman’ın geçmesiyle düzenin devam edebileceğini sandı. Bu formülün tutmayacağı dün belli oldu. İkincisi, Obama artık Mısır’ın da diğer Arap ülkelerinin de kendine bağlı diktatörlerce yönetilemeyeceğini görmeli. Mübarek’in sonu, bu yönetim biçiminin artık daha fazla sürmeyeceğinin en önemli göstergesi.
Diktatörlerin sonu
Sadece Tunus’un Bin Ali’si veya Mısır’ın Mübarek’i değil, Arap dünyasının bütün diktatörleri de gerçeği görmeli. Bu ülkeleri, on yıllardır yöneten ve etrafını zenginleştirmeden başka bir iş yapmamış olan bu diktatörlere yöneltilecek tek soru, sonlarını hazırlamaya yetiyor:
“30 yıldır bu halk için ne yaptın?”
Bu sorunun yanıtı kocaman bir “hiç”tir. Ve halklar, artık bu soruyu soruyor. Kurdukları polis devletiyle, sırtını dine ve orduya dayamakla on yıllardır ayakta kalmayı başaran bu diktatörlerin sonunun geldiği ABD ve diğer Batılı ülkeler tarafından da görülmeli...
Ölüm mü, sıtma mı?
Mısır halkına ölümü gösterip sıtmaya razı etmek de bundan böyle çözüm olmaz. Mübarek’in yerine Süleyman veya ikisinin yerine din adına başka bir dikta geçmesi, İslam dünyasının demokrasi sorununu çözmeyecektir. Mısır halkına ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışanlar da kalıcı olamazlar.
Bu nedenle yaşananlar “devrimdir” demek için erken. Mısır’ın ve dikta altındaki diğer ülkelerin gerçek bir demokrasiye ulaşmaları çok zaman alacak. Bu bir süreçtir. Bir günde gerçekleşmez.
Mısır halkı bu süreçte yeni diktalara yakalanabilir. Demokrasi sandığı gelişmelerin sonunda yeni despot yönetimlerin altında kalabilir. Ancak gerçek demokrasiye ulaşmak için geçiş döneminde karşılaşacağı bu sorunlarla da mücadeleyi sürdürmelidir.
Yönetim Mısır ordusuna geçti. Yeni liderin Savunma Bakanı Hüseyin Tentavi olduğu açıklandı. ABD’nin de Mübarek’ten sonra Süleyman, o da olmazsa yönetimin Mısır ordusuna geçmesini tercih edeceği belliydi.
Mısır ordusu ne yapacak? Eğer askeri yönetim yeni bir Mübarek çıkaracaksa, Mısır halkı yine özgürlüğe ve demokrasiye ulaşamayacak demektir. Demokrasiye geçiyoruz diyerek iktidar radikal dincilerin eline geçerse demokrasi yine uzakta kalacaktır. Gerçek demokrasiye geçişin, ancak
laik-demokratik bir rejimle mümkün olacağı aşikârdır. Bu da akşamdan sabaha olacak bir iş değildir. Geçiş dönemini yönetecek olanların Mısır halkını demokrasiye ulaştırmak gibi bir niyetleri varsa bu gerçeği unutmamaları gerekir.
Son günlerde, Türkiye’nin Mısır’a model olabileceği sık sık dillendiriliyor. Mısır halkı Türkiye’yi örnek alacaksa hedefi Atatürk’ün gerçekleştirdiği gibi özünü laikliğin oluşturduğu bir devrim olmalıdır.