Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Tunus’ta başlayan, kısmen Yemen ve Cezayir’e yansıyan, ancak Mısır’ı ciddi ölçüde sarsan hareketin bölgedeki tüm dikta yönetimlerini devirip devirmeyeceği tartışılıyor.
Mısır’da ne olacağı sorusunun önemi bölgedeki diğer despot yönetimlerin korkusundan kaynaklanıyor.
Mısır’ın Tunus’a benzemeyeceği, ABD’nin kendi çıkarları için Hüsnü Mübarek’i destekleyeceği, ayrıca Arap ülkeleri içinde en güçlüsü olan Mısır ordusunun da isyanı bastırabileceği yorumları yapılıyor.
Bu yorumların gerçekçi olmadığı kanısındayım. Mısır’da başlayan sürecin geri dönüşü olmayacaktır. Ülkeyi 30 yıldır yöneten Hüsnü Mübarek’in veya yerine geçirmek istediği oğlunun halkın karşısına çıkıp aday olmaları mümkün değil. Süreç bir şekilde Hüsnü Mübarek’in gidişiyle sonuçlanacaktır.

ABD ve ordu
Mübarek’i iktidarda tutmaya ABD’nin de Mısır ordusunun da gücü yetmeyecektir. ABD, yine kendi çıkarlarına uygun bir yönetim oluşturmaya çalışacaktır, ancak bu artık Mübarek eliyle gerçekleşmeyecektir.
Mısır ordusu da halk hareketini gördükten sonra uzun süre Mübarek’i koruyamaz. Mübarek’i istifaya zorlayıp, yönetimi ele almada halkın desteğini alacak, istikrarlı bir yönetim kurması mümkün değildir. Halk hareketinin kanlı bir şekilde bastırılması da Mübarek’i ve orduyu kurtarmaz, kaosu körükler ve sonuçsuz kalır.

Büyük dalga
Tunus’ta ve Mısır’da yaşanan olaylar geçici, küçük dalgalar değil. Bu süreç, Sovyetler’in dağılmasında görüldüğü gibi, on yıllarca Arap dünyasında hâkim olan birbirinin benzeri despot yönetimlerin yıkılmasıyla sonuçlanacak bir büyük dalgaya dönüşebilir.

Yoksulluk
Arap ülkeleri, yıllardır isimleri cumhuriyet de olsa, göstermelik seçimler de yapılsa diktatörler tarafından yönetiliyor. Ülkeyi yönetenlerin yarattığı küçük azınlık dışında halklar, yoksulluk, sefalet, baskı, insan hakları ihlali, işkence altında yaşıyorlar. Dikta yönetimlerinin halka insan hakları, demokrasi, insanca yaşam, adil gelir dağılımı, sağlık ve eğitim hizmeti adına verdikleri hiçbir şey yok. Bu koşullarda, özellikle yaşadığımız iletişim çağında, bu ülkelerde sosyal patlamalar olması doğaldır.
Dünyanın en zengin petrol ve gaz yataklarına sahip ama refahtan hiç pay almayan halkların, dikta yönetimlerine karşı harekete geçmeleri sürecin doğal bir sonucu sayılmalı. Artık bu insanları polis devleti yöntemleriyle kontrol altında tutmanın yolu kalmadı.

Demokratik-laik düzen
Dikta altındaki Arap ülkeleri aynı zamanda dinin de istismar edildiği ülkeler. Bu ülkelerin çağdaş değerlere dayalı demokratik ülkelere dönüşmeleri bir anda olacak iş değil. Gerçek demokrasiye ulaşmalarının yolu laiklikten geçiyor. Arap ülkelerinde laik bir rejim kurulmadıkça, demokratik bir rejimler kurulması da mümkün değil.
Bugün devrilen diktatörlerin yerine radikal dinci yönetimlerin gelme olasılığı yüksek olsa da, bu ülkelerin laikliğe ulaşmamış olmalarından kaynaklanıyor. Bu tür yönetimlerle de gerçek demokrasiye, çağdaş değerlere, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, adil gelir dağılımına ulaşmak söz konusu değil.
Bu ülkelerin demokratik-laik bir düzene kavuşması, diktatörlerin devrilmesiyle bir sabah elbette gerçekleşmez. Yönetim boşlukları, radikal dincilerin iktidarı alması gibi sıkıntılı süreçler de yaşanacaktır. Ancak halklar, laiklik ve demokrasi hedefinden şaşmadan bu zorlu süreçlerden geçeceklerini bilmelidir. Demokratik-laik, sosyal hukuk devletine ulaşmak çok ama çok uzun süre alacaktır. Türkiye’nin bile büyük Atatürk sayesinde neredeyse 100 yıl önce çıktığı yolda henüz hedefine tam olarak varamadığı düşünülürse, bu gerçek daha iyi anlaşılır.
Anlaşılması gereken bir diğer gerçek de Atatürk’ün değeridir.