Yön Gezi bir işadamı çıkarması niteliğinde olmasına karşın, Ankara-Bakü yolculuğunda, "Kayseri" isimli uçağa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD Başkanı George Bush ile yaptığı görüşme damgasını vurdu.Cumhurbaşkanı Gül'e yöneltilen tüm sorular bu konuyla ilgiliydi.Cumhurbaşkanı Gül, gazetecilerin Bush-Erdoğan görüşmesi ve iki ülkenin Genelkurmay ikinci başkanlarının görevlendirilmesine ilişkin sorusunu yanıtlarken, şu değerlendirmeyi yaptı:"Zaten, artık bundan sonra diplomattan diplomata değil, askerden askere ilişkilerin başlaması safhasına gelindiği kararına biz önceden varmıştık."Cumhurbaşkanı Gül, bu sözleriyle askeri seçeneğin gündemde olduğuna vurgu yaparken, Türkiye'nin kendi inisiyatifiyle hareket edeceğini de bir kez daha anımsattı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Azerbaycan'a, Özal ve Demirel döneminde olduğu gibi 200 kişilik büyük bir işadamı grubuyla geldi. Erdoğan'ın ABD'ye Türkiye'nin pozisyonunu bilerek gittiğini belirten Gül, Başbakan'ın seyahatinden önce Ankara'da her şeyin konuşulduğunu ve belirlendiğini kaydetti.Irak'ı resmen işgal eden ülkenin ABD olduğunu belirten Cumhurbaşkanı, bu pozisyonu nedeniyle de ABD'nin sorumluluk taşıdığını söyleyerek, "ABD'nin terörle mücadelede sadece işbirliği yapması yetmez" dedi. Bu koşullarda sadece Türkiye'nin işbirliği talebinde bulunması değil, ABD'nin görevleri ve sorumlulukları olduğunun unutulmaması gerektiğini vurguladı. 'ABD sorumlu' Cumhurbaşkanı Gül, Irak'ın kuzeyinin sakin ve istikrarlı olduğunun, buna karşılık diğer bölgelerinde terör örgütlerinin istikrarı bozduğunun öne sürüldüğünü söyledi. Gül, ancak PKK'nın da Kuzey Irak ve Irak'ta istikrarı bozduğunun da bilinmesi gerektiğini kaydetti. Gül şöyle dedi:"Nasıl Basra'da El Ambar'da istikrarı başka terör örgütleri bozuyorsa, PKK da bozuyor. Hem Kuzey Irak'ta bozuyor, hem Irak'ta bozuyor. Bu nedenle, Sayın Başbakan ABD'ye açık ve samimi olarak görüşlerimizi iletmek ve ABD'nin bu mücadeledeki sorumluluğunu hatırlatmak için gitti." 'PKK istikrar bozuyor' Gül, şöyle devam etti:"Türkiye'nin kafasının net olduğu bir konu da hedefinin terör örgütü olduğudur. Dünya kamuoyuna Türkiye'nin komşusunu işgal etmek niyetinde olduğu gibi bir hava verilmeye çalışılıyor. Bu yolla Türkiye sindirilmeye çalışılıyor. Bu çabalar Türkiye'nin imajını bozmaya yöneliktir. Ancak bunlar doğru değildir, Türkiye'nin hedefi terör örgütüdür. Türkiye terör örgütüyle hem içeride hem dışarıda mücadele kararlılığındadır. Sadece dışarıyı göstererek kendimizi kandırmanın anlamı yok. Hem içeride hem dışarıda mücadeleye kararlıyız." 'Hedef terör örgütü' Cumhurbaşkanı Gül, terörle hem içeride hem dışarıda mücadele konusunda devlet kurumları arasında hiçbir dönemde görülmediği kadar tam bir mutabakat bulunduğunu da vurguladı. Bu konuda Cumhurbaşkanı, hükümet, Türk Silahlı Kuvvetleri ve diğer güvenlik birimleri arasında nasıl hareket edileceği yönünde tam bir mutabakat oluştuğunu belirterek, bunun çok önemli bir güç olduğunu söyledi. Gül, Başbakan Erdoğan'ın bu nedenle çok net bir şekilde ABD'ye gittiğini kaydetti. Tam mutabakat Cumhurbaşkanı Gül, ABD'nin Türkiye'yle işbirliği yapacağını zannettiğini de belirterek şöyle konuştu:"ABD'liler bu konuda işbirliği yaparlar veya yapmazlar, ben yapacaklarını zannediyorum. Türkiye kendi inisiyatifiyle hareket etmeye devam edecektir. Bence ABD'liler de inandırıcılıklarını kaybetmeye başladıklarını anladılar. Eğer işbirliği yapmazlarsa kendileriyle çelişkiye düşerler." 'ABD işbirliği yapar' Gül, terörle mücadelenin sadece silahlı yönünün olmadığına dikkat çekerek şu değerlendirmeyi yaptı:"Terörle mücadelenin sadece silahlı yönü yok. Sosyal, ekonomik, kültürel boyutları var. Daha önce çok önemli mevkilerde görev almış kişiler de bunu açıkça söylüyorlar. Memnuniyetle gözlüyorum ki herkes işin bu boyutunu da kavramış.(Milliyet'te 'PKK'yla geçen 24 yılın komutanları anlatıyor' dizisinde yayımladığımız eski genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanlarının görüşlerini kastediyor.) Türkiye demokratik bir ülke. Özgürlükçü bir ülkede farklılıkları zenginlik olarak görüyoruz, ama terör ayrı. Neye mal olursa olsun terörle mücadeleye kararlıyız."Gül, Erdoğan'ın Bush'la görüştükten sonra kendisini arayıp aramadığına ilişkin bir soruya ise şu karşılığı verdi:"Kendi haberleşme kanallarımız var. Ne olduğunu neler konuşulduğunu biliyorum." Çok yönlü mücadele Gül, 8 askerin serbest bırakılması sırasında DTP milletvekillerinin verdiği görüntü ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in tepkisiyle ilgili soruyu yanıtlarken de şöyle dedi:"Büyük bir yanlış olduğunu görüyorum. Herkesin her siyasi partinin sorumluluğu var. O görüntüler büyük bir yanlışı gösteriyor. Aslında daha önce bu tip manzaralar olmasın diye gerekli ikazlar yapılmıştı. Terör örgütünün bunu bir propaganda aracı olarak kullanmasına fırsat verilmemesi söylenmişti. Herkese görev düştüğü söylenmişti. Terör örgütünün propagandasına alet olunmuştur. Ben DTP'lilerle daha önce yaptığım görüşmelerde de onlara çok özel şeyler söylemiştim." 'DTP'liler alet oldu' Gül, "Erdoğan-Bush görüşmesi sizi tatmin etti mi?" sorusuna ise şu karşılığı vermekle yetindi:"Ona bir şey söylemem. Bu tip açıklamaların faydası olduğu kanaatinde değilim."Gül, Erdoğan-Bush görüşmesinin kültürel veya ticari işbirliği görüşmesi olmadığına da işaret ederek şu yorumu yaptı:"Öyle olsaydı içerideki rengi aynen dışarıya verebilirsiniz. Ancak terör gibi hassas konularda içerideki görüşmeler aynen dışarıya yansıtılmaz."Gül, PKK ile mücadele konusunda dünya liderleriyle temas halinde olduğunu da belirtti. Başkan Bush'un kendisini aradığını, İran, Irak yetkilileri ve NATO Genel Sekreteri ile de görüştüğünü, Türkiye'nin tezlerini dünya liderlerine aktardığını bildirdi. Tatmin oldu mu? Yemekte şiir okudu Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ve eşi Mehriban Aliyeva, Cumhurbaşkanı Gül ve eşi Hayrünnisa Gül onuruna Gülistan Sarayı'nda bir akşam yemeği verdi. Gül yemekte Azeri şair Bahtiyar, Vahapzade'nin "Bir ağacın iki kolu/ bir ananın iki oğlu/ O da ulu bu da ulu/ Azerbaycan, Türkiye" dizelerini okuyarak, "Yaşasın Türkiye-Azerbaycan kardeşliği" dedi. "VAKTİYLE HERKES İŞKENCE YAPIYORDU" DİYEN EVREN'DEN ÖZELEŞTİRİ: 'Kürtçeye ağır yasak koyduk ama hataydı' PKK denilince akla Diyarbakır Cezaevi gelir. Oradaki işkence ve kötü muamelenin PKK'yı güçlendirdiği söylenir. Kenan Evren'e önce Diyarbakır Cezaevi'ni sordum:- Diyarbakır Cezaevi demiyorlar mı, çok üzülüyorum, sinirleniyorum. Ben o zaman Devlet Başkanı'yım. Biz devleti yönetiyoruz. Cezaevlerini yönetmiyoruz ki! Ne yani, Devlet Başkanı Diyarbakır Cezaevi'ni mi yönetecek? Cezaevleri bana mı bağlı? Sıkıyönetim komutanına bağlı. Sıkıyönetim komutanları da bizzat gidip cezaevini yönetecek, cezaevine bakacak değil. Cezaevi müdürleri var, jandarma var. O düzen devam ediyor."Ama Paşam" diyerek araya girdim: - Tamam da, cezaevlerinde vaktiyle kurulmuş bir teşkilat var zaten, o devam ediyor. Siz devletin başındasınız. Askeri yönetimin sorumluluğu sizde. Orada olanları da size bağlıyorlar... - Benim kanaatim şu: Cezaevlerinde o gardiyanlar, 12 Eylül öncesi dönemde çok sıkıntı çektiler. Hatırlarsanız, anarşi döneminde cezaevlerini oradaki suçlular yönetiyordu. İdare onların eline geçmişti. Mahkûmlar, gardiyanları yakalarlar, onları döverler, rehin alırlar... Oraların yönetimi, gardiyanların değil mahkûmların elindeydi. Bu gardiyanlar çok çektiler. 12 Eylül olunca da bunlar mahkumlardan hınç aldılar. Tabii, sıkıyönetim komutanlıkları da orayı disiplin altına almak için, onların başına subaylar verdiler. Bu subaylar da eğitim yaptırdılar, talim yaptırdılar, Atatürk ilkelerini, inkılaplarını öğrettiler. İstiklal Marşı'nı söylettiler. Peki, siz Diyarbakır Cezaevi'nde olanları neye bağlıyorsunuz? 'Eza yapın' denmedi - Şimdi bunlara eza yapın, işkence yapın diye bir şey söylenmemiştir. Benim ağzımdan böyle bir söz çıkmamıştır. Hatta, hatırlarım: Bir astsubay doğuda işkence yapmış. Onun mahkûmiyet kararı geldi bana. Ben onayladım, imzaladım. Bir polis de mahkûm oldu. Bunlar mahkemelere verilirdi. Onu, benim üzerime yüklemiyorlar mı? Sanki, ben, 'filan hapishanedeki filan adama işkence yapın' demişim gibi... Sanki, işkence, 12 Eylül'den önce karakollarda yok muydu? Bütün karakollarda vardı. Yani karakola düştün mü, kötü muamele yapılıyordu. 12 Eylül'de biz polisi serbest bıraktık, rahat çalışsın diye. Onlar yine yaptılar bunu. Sorgulama yapılıyor. Söyletebilmek için bazı usulleri var onların. Onları kullanarak bilgi alıyorlar. Bunları Almanlar da yapıyordu, İngilizler de, ABD'liler de, Fransızlar da... Onlar yapmadı mı? Vaktiyle herkes işkence yapıyordu. Yaptılar, sonra 'intihar etti' dediler Almanlar, Baader-Meinhof çetesi için... Mahkûmlar sonra yapılan işkenceleri anlattılar. Kitaplar yazıldı. Neden yasakladım? - 12 Eylül'de bir hatamız da oydu. Kürtçe konuşmayı yasakladık. Şöyle yasakladık: Konuşmalarda, mitinglerde, şurada burada Kürtçe konuşulmayacak. Okulda filan Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik. Neden dedik? Ben Devlet Başkanı'yken, bir köyde ilkokula gittim. Üçüncü sınıfa mı, dördüncü sınıfa mı girdim, hatırlamıyorum. Açtım kitabı, oku şunu dedim çocuğa. Kem küm, çocuk okuyamıyor. Dördüncü sınıfa gelmiş, Türkçeyi okuyamıyor. Kızdım. Orada söyledim. Öğretmene döndüm, 'Dördüncü sınıfa gelmiş, Türkçeyi okuyamıyor, bu nasıl iş?' dedim. Sonradan anlaşıldı ki, öğretmen de Kürt. Kürtçe yapıyor tedrisatı. Döndüm ve Kürtçe yasağını koyduk. Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik. Ama, biraz ağır yasak koyduk. Sonra bu yasak kaldırıldı, ama hataydı. Hata olduğunu sonradan anladım. Kürtçeyi neden yasakladınız? Türkçe, Kürtçe bilecek - Belçika'yı ele alalım. Flamanlar ve Valonlar kavga etmiyorlar. Ben Genelkurmay Başkanı'yken Kanada'ya gitmiştim. Orada Quebec bölgesine gittim. Genelkurmay Başkanı gezdiriyor. Quebec'te lisan Fransızca. Tuhafıma gitti. 'Kanada'da nasıl iş bu?' dedim. Dediler ki, 'Burası Fransa'dan kalma bölge. Sonra bırakmışlar, ama bir anlaşmayla, buradaki halkın kendi lisanı kabul edilecek, kendi lisanlarını kullanacaklar' denilmiş. Bu bölgede devlet hizmetine gelecek bir vatandaş hem İngilizceyi, hem Fransızcayı bilmek zorunda dediler. Bölgede hizmet verecekse bu zorunluymuş. Şimdi bizde de Güneydoğu'da hizmet verecek memurun Kürtçe de bilmesi lazım. Katı tutumla olmaz bu iş. Kürtçe konusunda bugün ne düşünüyorsunuz? - Hayır. O olmaz. Tedrisat Türkçe olmalı. Zaten Kürtçe öğreten kurslar filan var, onlar serbest biliyorsunuz. Peki memur Kürtçeyi nasıl öğrenecek? O zaman okullara da koymak gerekmez mi? - Zaten serbest, kurslar var. Resmi eğitim bizde biraz zor. Devlet hizmeti verecek olanlar iki dili de bilsin diyorsunuz? - Kanada yapmış, Fransızlar, onlar azınlık... Ama memur bilse iyi olur mu demek istiyorsunuz? 'Özal Musul'a girecekti' - Evet. Musul'a girecekti. Niyeti öyleydi. Ben o tarihte Cumhurbaşkanlığından ayrılmıştım. Marmaris'e yerleşmiştim. Cumhurbaşkanı Özal'dı. Onun da Marmaris'te yazlık yeri vardı (Okluk koyundaki Cumhurbaşkanlığı tesisleri). Özal da oralardaymış, bayram vesilesiyle. Marmaris'te bana geldi, yanındaki erkanla birlikte. Evde konuştuk. Dedi ki: 'Bu ABD'nin Irak harekâtı sırasında biz de kuzeyden girelim, bu Musul meselesini halledelim, ne dersiniz?' Benim anladığım kadarıyla, ABD Başkanı baba Bush'la konuşmuş. Musul işi takılmış aklına. Öyle anlıyorum. Baba Bush'la anlaşmış. Çünkü kendi başına böyle bir karar veremez. O zaman kendisine dedim ki: 'Sakın ola böyle bir şey yapma. Böyle bir harekâta girişme. Çok zor bir harekâttır ve oraya girdikten sonra burnunu çamurdan kurtaramazsın. Orası bir gayya kuyusudur. Gireriz ama o bataktan kurtulamayız. Bütün Arap âlemini de karşımıza alırız.' Beni sessizce dinledi. Bir şey demedi. Israr da etmedi. Benden sonra Genelkurmay Başkanı Torumtay'la konuşmuş bu işi. Sonradan öğreniyorum ben. O da karşı çıkmış. O zamanki Başbakan Yıldırım Akbulut'la konuşmuş, o da karşı çıkmış. Fakat yine de Özal bu işe kararlı görünüyor, Musul'a girecek. Fakat, Genelkurmay Başkanı, 'olmaz' deyip istifa edince, o iş öyle kaldı, harekât yapılmadı. Ama, Özal'ın niyeti oydu. Özal'ın niyetini anlıyorum, ama zaten Kerkük, Musul petrollerini bize bırakmamışlar ki! İngiltere var. Bize petrolden belli bir yüzde karşılığı para önerilmiş, sonra toptan bir paraya razı olunmuş falan, ortada dayanılacak bir hak da kalmamış yani böyle bir harekat için. Biz asıl hatayı o zaman yapmışız. Artık bitmiş. Bir hak iddia etmemiz mümkün değil. O nedenle bir harekât yapılmadı o zaman. İyi de oldu yapılmadığı... Yapılsaydı, belki bugün ABD'nin düştüğü duruma biz düşerdik. Girerdik, çıkamazdık. Benim kanaatim bu. 1991 Birinci Körfez Savaşı sırasında rahmetli Turgut Özal'ın Kuzey Irak'a girmek istediği, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Necip Torumtay'ın karşı çıkarak istifa ettiği biliniyor. Özal, bu konuda size danışmış mıydı? Gerçekten Kuzey Irak'a girme konusunda kararlı mıydı? Evren Paşa'ya idamlar konusunu açtım: 'İdam etmeyip besleyelim mi?' - O zamanın kanunları neyse onu uyguladık. Yeni bir kanun çıkarmadık. O zamanki Türk Ceza Kanunu'nda hangi suçlar idam cezası öngörüyorsa o suçlara uyguladık. Bunların yaptığı eylemlerin hangisi idamla cezalandırılıyorsa, onlar idam cezası alıyordu. Bazıları söylerler, "İdamları niye yaptınız?" diye. Bana göre, kanun varsa, devlet bunu uygulamakla mükelleftir. İdam etmeyip de besleyelim mi? 12 Eylül'deki idamlar nedeniyle çok suçlandınız. Bugün baktığınızda o kararları doğru buluyor musunuz? - Bir tane hariç. 1984'ten sonra da bir tane uyguladılar. Muş'ta bir konuşma yapmıştım, hani, 'asmayalım da besleyelim mi?' diye. O zaman Turgut Özal da Başbakan, dedi ki, 'Yapmayın Paşam. Başka türlü AB'ye giremiyoruz.' Ben de dedim ki, 'O halde kaldırın bunu.' O zaman Özal dedi ki, 'Siz kaldırılmasına taraftar mısınız?' Ben de, 'Taraftar değilim, ama ne yapalım' dedim. Devlet Başkanlığınız döneminde idamlar infaz ediliyordu. Cumhurbaşkanlığınız döneminde ise 1984'ten itibaren infaz yapılmadı. İdam cezası fiilen uygulanmadı. Nihayet, AB'ye aday ülke olmak için de 2002'de idam cezası kaldırıldı. AB'ye de 'bizde idam cezası var, ama 1984'ten beri fiilen uygulamıyoruz, zaten kaldıracağız' denildi. Sizin Cumhurbaşkanlığınızda da uygulanmıyordu yani? - Tabii. Bir sürü insan öldürülüyor. Canlı bombaya bir şey demiyorum, kendisi de gidiyor da. Bomba yerleştiriyorlar. 12 kişi, 20 kişi birden öldürüyor. O 20 kişiyi öldürmüş, ben onu ömür boyu yaşatacağım. Bu felsefe bana göre değil. İdam cezasına hâlâ taraftar mısınız? Evren, Özal'ın Musul'a girme düşüncesini, destek bulamadığı için hayata geçiremediğini söyledikten sonra sordum: 'Amerika bizi kullandı' Şunu söyleyeyim: PKK, 1984 Ağustos'unda Eruh'a saldırdı, biliyorsunuz. Ben, baktım Başbakan'dan ses yok. Özal, Marmaris'te tatildeydi galiba. O zaman ben atladım gittim bölgeye. Baktım durum vahim. Hemen Silahlı Kuvvetler'e talimat verdim, bu işe TSK baksın dedim. Olaydan sonraki dönemde de birkaç kez Kuzey Irak'a sınır ötesi harekât yaptırdım. İran hududuna kadar gittik, bölgeyi PKK'dan temizledik. Bu harekâtları o zaman Saddam'la anlaşarak yapmıştık. Saddam'ın başı İran'la dertteydi. Bize mecburdu. Bir süre terör olayları dindi. Bu harekâtlar başarılı oldu. Ama, sonra 1. Körfez Savaşı'ndan sonra, 1991'den sonra terör yeniden tırmandı. Bir kere 36. paralel işi ve Çekiç Güç bir hataydı. Özal'ın hatasıydı. ABD'ye o imkanı verdik. Onun neticesini aldık mı biz? ABD bizi kullandı. Özal, Musul'a giremedi ama 1. Körfez Savaşı'nda ABD Başkanı, baba Bush'a çok yardımcı oldu. Örneğin, Adana'daki İncirlik üssünü kullandırdı. ABD, Saddam'a 36. paralelin kuzeyini yasakladı ve Kuzey Irak'ı İncirlik'te üslenen Çekiç Güç'ün kontrolüne verdi. PKK da bundan yararlandı, Kuzey Irak'a yerleşti ve güçlendi. Terör de yine bu dönemde zirveye çıktı. Bunlara ne diyorsunuz? Evren, "Öcalan'ın idam cezasının uygulanmaması hataydı" diyerek devam etti:- İdam edilmemesi doğru değildi. Hata. Hem daha AB'ye de aday olmamıştık. 'Öcalan idam edilmeliydi' - Bence AB'den çekindiler. ABD'den çekindiler. Onu destekleyenler var oralarda. Biliyorsun, Sovyetler'e gitti, Yunanistan'a gitti, İtalya'ya gitti. Bu ülkelerden hiçbiri bize teslim etmedi. İdam cezası kesinleştiğinde idam edilseydi, bence mesele kalmayacaktı. Tabii, idamın yıldönümlerinde falan yine bir şeyler yapacaklardı. Gösteriler, bazı olaylar olacaktı. Ama, şimdiki gibi cezaevinden PKK'ya talimat veremeyecekti. Şimdi İmralı'dan PKK'yı yönetiyor. Cezaevinden avukatları kanalıyla. Acaba idam edilirse Türkiye'de iç kargaşa çıkar, Güneydoğu'da olaylar patlak verir diye düşünmüş olabilirler mi? Veya ABD, Öcalan'ı teslim ederken "idam etmeyeceksiniz" diye şart koşmuş olabilir mi? Böyle iddialar da var. BİTTİ NOT: FİKRET BİLA'NIN BU DİZİDE BİR BÖLÜMÜ YAYIMLANAN ÇALIŞMASI, "KOMUTANLAR CEPHESİ" ADIYLA DETAY YAYINCILIK TARAFINDAN YAYIMLANDI. KİTAP BUGÜNDEN İTİBAREN PİYASADA OLACAK. fbila@milliyet.com.tr