Cumhuriyet’in 87. yılını kutladık. Ama bayram havasında kutladık mı, sorusuna “evet” demek zor. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, bayram gibi geçti mi?
Gün boyu yaşadıklarımıza bakarsak, “bayram gibi geçti” diyemeyiz. Devlet yönetimi asık yüzlüydü. Basın tetikdeydi. Herkes birbirini kolluyordu.
Soruların dili
Kim kimin yanına geldi, kim kiminle konuştu, kim eşli kim eşsiz geldi, Başbakan’la ana muhalefet lideri konuştu mu?
Ana muhalefet lideri ile Anayasa Mahkemesi Başkanı birbirinin yüzüne baktılar mı, tokalaştılar mı?
Komutanların yüzü nasıldı? Köşk’teki resepsiyona geldiler mi gelmediler mi? Acaba TSK personeline verdikleri resepsiyonun saati özellikle Köşk’e yakın bir saat olarak mı belirlenmişti?
Kim türbanlı eşiyle katıldı, kim katılmadı? CHP’den kaç milletvekili katıldı?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 3 yıl çift resepsiyon verdi de neden 4. yılda tek ve eşli resepsiyona döndü?
Ve Diyarbakır ne yaptı? Cumhuriyet Bayramı Diyarbakır’da nasıl kutlandı? Büyükşehir Belediye Başkanı törenlere katıldı mı? Halk var mıydı? Alternatif bayrak çıkarıldı mı? PKK ve BDP’yi destekleyenler, 29 Ekim’i gerçekten bayram olarak görüp yaşıyorlar mı?
Bu soruların dili ciddi sorunlarımız olduğunu ve Cumhuriyet Bayramı’nı bile bayram havasında kutlamamıza engel olduğunu gösteriyor.
Cumhuriyeti okumak
Bu sorunlar gösteriyor ki, Cumhuriyet ve onun değerleri konusunda hâlâ bir uzlaşma yok. Her kesim Cumhuriyet’i farklı okuyor. Cumhuriyet’in ilkelerine farklı bakıyor. Bu bir gerçek. Bu gerçeği gizlemenin, yokmuş gibi davranmanın anlamı yok.
Eğer Cumhuriyet değerleri tartışmasız ortak zemin olsa, dün yaşadığımız görüntüler, geliştirilen taktikler, yöntemler olmazdı.
Atatürk’ün en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti’nde ciddi bir çatışma yaşandığını kabul etmek gerekir.
İki çatışma alanı
Bu çatışma, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in dayanağını oluşturan iki alanda yaşanıyor: Lâiklik ve ulus bütünlüğü.
Atatürk devriminin hakim yönü lâikliktir. Bugün bu alanda ciddi bir çatışma yaşandığı gerçektir. Atatürk’ün Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi olarak gördüğü lâiklik anlayışının en çok tartışılan konu haline gelmesi bunun göstergesidir.
Ve bugün ulusal bütünlük alanında sorunumuz olmadığını, yine kimse söyleyemez.
Lâiklik gibi Atatürk’ün ulus anlayışı da teröre dayalı ayrılıkçı hareket ve gördüğü uluslararası destekle tehdit altındadır. Bu alanda ayrılıkçı hareketin aldığı mesafe de gözle görülür haldedir.
Türkiye bugün üniter yapısını fiilen ortadan kaldıracak, iki uluslu bir Cumhuriyet olmaya zorlanmaktadır. Öz itibarıyla etnik esasa dayalı özerklik talebi de bunun en somut göstergesidir.
100. yılında Cumhuriyet
Çağdaşlarının bir çoğu tarihteki yerini alırken Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in 20. yüzyılı ayakta geçirmesi büyük başarıdır. Bu başarıda Atatürk’ün ileri görüşlülüğünün payı büyüktür. Atatürk donmuş bir ideolojiye saplanıp kalmamış, “gerçek önder ilimdir” demiş ve bizlere miras olarak akıl ve ilimin gösterdiği yoldan gitmeyi öğütlemiştir.
100. yılında nasıl bir Cumhuriyetimiz olacağı, bu öğüde ne denli uyup uymadığımıza bağlı olacaktır. Dini referanslarla yönetilecek, etnik aidiyete göre bölünecek bir Türkiye, herhalde Atatürk’ün hedef gösterdiği Türkiye Cumhuriyeti olmayacaktır.
Köşk’teki resepsiyon
Bu satırları yazdıktan sonra Cumhurbaşkanı Gül’ün Köşk’teki resepsiyonuna katıldım. Nitekim, bütün gazetecilerin yanıtını aradıkları sorular bu konularla ilgiliydi. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları Köşk’te resepsiyona gelmediler. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da katılmayacağını önceden açıklamıştı. Cumhurbaşkanı Gül’e ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a komutanların ve Kılıçdaroğlu’nun gelmemeleri soruldu. Yanıtlarını haber sayfalarımızda bulacaksınız. Köşk’ten izlenimlerimi de yarın sunacağım.