Referandumun önemli sonuçlarından biri de BDP’nin boykot kararına önemli ölçüde uyulmuş olmasıdır. Özellikle Hakkâri, Şırnak, Van, Batman ve Diyarbakır’da boykotun etkili olduğu anlaşıldı. BDP, bu sonuçlarla bölgedeki seçmene hâkim olduğunu gösterdi. Boykotun yaygın uygulanmasında Öcalan’ın kısa süre önce boykotu destekleyen açıklamasının belirleyici olduğunu söyleyebiliriz.
BDP’nin 2 milyon civarında oyu var. Referandumda çıkan evet ve hayır oylarının sayısı ve oranı, 2 milyon oyun sonucu değiştirmeyeceği yorumlarına yol açtı. BDP, hayır demiş olsaydı bile sonuç yine evet çıkacaktı mantığı yürütülüyor. Evet demiş olsaydı, o zaman da evet oylarının oranı yüzde 60’ı aşardı, yorumu yapılıyor.
Tepki oyları
Ancak, BDP oylarının başka özelliği de var. PKK’yla yakın safta görüntü veren partilerle, karşısında görüntü veren partileri de etkiliyor. Bu nedenle BDP’nin boykot kararı sadece kendi oyunu değil evet ve hayır oylarını da etkilemiştir. Eğer BDP evet cephesinde yer alsaydı bu iktidar partisi açısından bir handikap oluştururdu. Böyle bir durumda Öcalan-PKK-BDP’ye tepkili seçmen, bu kadar kolay evet diyemezdi.
Nitekim bu tepki hesaplandığı içindir ki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Habur girişinden sonra ortaya çıkan tablo karşısında, ciddi biçimde söylemini değiştirdi.
Keza kampanya boyunca CHP ve MHP’nin İmralı-PKK-BDP’yle “aynı safta” durduğunu çok sık iddia etti. “Hayır” cephesini sayarken, Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve Öcalan’ı aynı safta göstermeye çalıştı. Bu da gösteriyor ki iktidar, BDP’yle aynı safta görünmekten dolayı doğacak tepkiden çekiniyordu. Yine muhalefet liderleri de Başbakan’ı ve iktidarı, PKK ile pazarlık yapmakla suçladılar ve onlar da BDP’nin “evet” cephesinde olduğunu iddia ettiler.
Bu bakımdan Öcalan ve BDP, boykotta durarak, büyük ölçüde evet oylarını kolaylaştırmış oldular. BDP evet’te dursaydı, MHP’nin güçlü olduğu illerde ülkücülerden evet’e kayış bu ölçüde olmazdı. Hayır’da dursaydı bu kez o cephede tepkiye neden olurdu.
Bu nedenle BDP’yi sadece kontrol ettiği oylarla değil, dolaylı etkisiyle birlikte değerlendirmek gerekir.
Özerklik ve 20 Eylül
Referandumun yüzde 58 evetle sonuçlanması, 13 Eylül günü Türkiye’nin “başkanlık sistemi” gündemiyle uyanmasına neden oldu. Medya, Başbakan Erdoğan’ın referandumdan bir iki gün önce ve referandum gecesi ortaya attığı “başkanlık sistemi”ni tartışıyordu. Bu tartışmanın süreceği de açık.
Çıkan sonuç, iktidarın aklına önce “başkanlık sistemini” getirdi. BDP ise, “özerklik” diye ortaya çıktı. Boykotun tutmuş olmasını “özerklik” talebine destek olarak yorumladı ve Başbakan’la konuşmaya hazır olduklarını duyurdu.
Referandumdan sonra İmralı-PKK-BDP cephesinin özerklikte ısrar edeceğini tahmin etmek zor değil. Başbakan Erdoğan, genel ifadelerle “tek devlet” vurgusu yapmakla birlikte, kampanya boyunca “özerklik” taleplerine fazla girmedi. Bu kavramı kullanmadı. Belki referandum ortamı nedeniyle böyle bir tercih yaptı. Ancak anlaşılıyor ki, BDP her gün bu talebi Başbakan’ın önüne koymaya çalışacak.
Siyasi alandaki bu ısrar kadar, PKK’nın eylemsizlik kararı için biçtiği tarih de yaklaşıyor. 20 Eylül’den sonra ne olacak? Bu süreye kadar iktidarın Kandil’den, İmralı’dan ve Ankara’dan dillendirilen taleplerine olumlu yanıt alması mümkün değil. Erdoğan’ın ileriye dönük olarak verdiği yeni anayasa taahhüdünün ise başkanlık veya ona benzer derecede daha da yetkilendirilmiş cumhurbaşkanlığı etrafında döndüğü ve döneceği anlaşılıyor.
BDP’nin ise parlamenter veya başkanlık sistemi diye bir derdi yok. Onun istemi hangi sistemde olursa olsun Güneydoğu’ya özerklik verilmesi. Anayasa’nın böyle düzenlenmesi.
Bu konuda ışık göremezse tehdidi hazır; “29 Eylül’de süre bitiyor.”