Bu yıl bayram, siyasetin gölgesinde kaldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, referandum arasına sadece “bayram namazı” için ara verdi. Namazdan sonra İstanbul’da ilçe ilçe gezerek, “evet” kampanyasını sürdürdü. Erdoğan’ın bayramda da kampanyayı bizzat sürdürmesi, referanduma ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Bazı yorumcular bu referandumun Başbakan Erdoğan için cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde bir prova mahiyetinde olduğunu söylüyorlar. Tabii öncesinde bir genel seçim olduğunu da unutmamak gerekir. Başbakan’ın Çankaya kararını referandum kadar, genel seçim sonuçları da etkileyecektir.
Bayram havası
Bu yıl bayram sevinci, basketbol milli takımımızın başarılarıyla geldi. İlk kez yarı finale kalan basketbol milli takımımız her türlü övgüyü hak ediyor. Ankara ve İstanbul seyircisinin basketbol takımımızla yaşadığı milli coşku da özlediğimiz bir tabloydu.
Basketbol milli takımımız gibi futbol milli takımımızın gösterdiği başarılar da bayram sevincini artıran bir diğer faktördü. Milli basketçilerimizi ve futbolcularımızı, bize bayram yaşattıkları için kutluyoruz.
Siyasette durum
Siyasette ise bayramlık bir hava yok. Referandum, toplumu ikiye bölmüş durumda. Liderlerin üslubu kamplaşmayı keskinleştiriyor. Bizzat bu siyaset anlayışı bile Türkiye’nin önemli bir sorunu.
Yarısı darbeci
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın referandumda hayır oyu kullanacakları “darbeci” olarak ilan etmesi, doğru bir yaklaşım değildi. İktidarı destekleyenlerin demokrat, desteklemeyenlerin darbeci olarak ilan edilmesi, her şeyden önce demokratik anlayışla bağdaşan bir durum değil.
Türkiye, bu tür siyaseti bir süredir yaşıyor. Ciddi bir güce ulaşmış propaganda makinesi gibi çalışan medya kuruluşları da “damgalama” işinde kraldan çok kralcı bir yayın yürütüyorlar. Bu yöntem sadece referandumda değil hemen her konuda kullanıldı. Özellikle Ergenekon davası süresince buna tanık olduk. İktidarı desteklemeyenler, toptan “Ergenekoncu”, “darbeci” ilan edildi; iktidar yanlıları ise demokrasi şampiyonu. Bu tutum, toplumda kutuplaşmayı hızlandırdı.
Toplumsal uzlaşma
Türkiye, önemli sorunlarını çözmek için toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç duyuyor. Ancak siyaset kurumu uzlaşma bir yana kamplaşmayı başarı sayıyor. Oysa, dillerden düşürülmeyen yeni anayasa başta olmak üzere, yaşamakta olduğumuz temel sorunların toplumsal uzlaşma sağlanmadan bir çözüme ulaştırılması olanaksız.
Uzlaşma ortamının sağlanmasının ilk koşulu ise demokratik tahammüldür. Demokratik tahammülden yoksun siyaset anlayışı içinde ortak zemin bulmak çok zor olur.
Seçime kadar
Türkiye’nin referandumla girdiği gergin siyasi ortam seçime kadar süreceğe benziyor. Bu süre içinde siyasi partilerin bir araya gelerek ortak bir çalışma yapmaları hemen hemen olanaksız görünüyor.
Referandumdan sonra Türkiye, yeniden özerklik talebiyle karşılaşacak. PKK, terör eylemlerini artırmaya çalışacak. BDP, tabanını tutmak için daha sert bir söyleme geçecek.
Bu sorun ulusal bir nitelik taşıdığı halde, siyasi partilerimiz bir araya gelmeyi başaramadılar. Referandumdan sonra başarmaları olasılığı da zayıf görünüyor. Oysa Türkiye’nin zaman yitirmeden, kişisel ve partisel hesap yapmadan, bu konuda ortak bir ulusal program geliştirmesi gerekiyor.