Tunus lideri Bin Ali’nin sonunu ve domino etkisini gören diğer Arap ülkelerinin “ömür boyu” liderleri halka söz veriyorlar:
- Oğlum aday olmayacak!
- Söz veriyorum ben 2013’te aday olmayacağım, oğlum da olmayacak!
“Oğlum aday olmayacak” derken de, “Daha ne yapayım” havasındalar. Sanki, kendilerinden sonra oğullarının devlet başkanı seçilmeleri zaten haklarıymış da, bundan feragat ediyorlarmış gibi...
Oğla geçen demokrasi
Krallığın babadan oğla geçtiğini biliyor da, demokrasilerde devlet başkanlığının babadan oğla geçtiğini “demokratik Arap cumhuriyetleri”nde gördük!
Babadan oğla geçmeyi o kadar doğal karşılıyorlar ki, isyan etmiş halka verdikleri ilk söz, yaptıkları ilk “reform”, “oğullarını devlet başkanı seçtirmekten” taviz vermeleri oluyor!
Bu devirde de aktif krallıklar Ortadoğu’da var. Son örneklerinden biri, Ürdün Kralı Hüseyin’in tedavi gördüğü ABD’den apar topar Ürdün’e gelip, oğlu Abdullah’ı kral ilân ettikten sonra vefat etmesiydi.
Ancak Arap diktalarında “babadan oğla geçiş” krallarla sınırlı değil. Seçilmiş krallar da aynı yöntemi uyguluyorlar: Suriye Devlet Başkanı Hafız Esat’tan sonra yerine oğlu Başer Esat’ın gelmesi gibi...
ABD işgali öncesinde, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in yerine oğlu Uday’ı hazırlaması gibi...
Hüsnü Mübarek’in yerine oğlu Cemal Mübarek’i bırakmaya hazırlanırken, isyanla karşılaşması gibi...
Yemen Devlet Başkanı Abdulah Salih’in durumu erken kavrayıp, “Ben bir daha aday olmayacağım, oğlum da olmayacak” demesi gibi...
Ortadoğu’nun yöneticileri dolar milyarderi, halkı yoksul ülkelerindeki demokrasi düzeyi bu!
Artık bu oyunun Arap halklarına “demokrasi” diye yutturulması artık mümkün gözükmüyor. Nihayet Arap ülkelerinin halkları da bu garip demokrasileri, bu aile boyu zenginlikleri sorgulamaya ve günde 2 doların altında yaşamaya mahkûm edilmiş halkın haklarını aramaya başladılar. Bu sürecin geri döndürülmesi mümkün değildir.
Demokrasi için laiklik
Onlarca yıl iktidarda kalıp, halkı ezen, polis devleti marifetiyle ayakta kalan, yoksulluk dışında halkına hiçbir şey vermeyen; batılı ülkelerin desteğinden başka destek aramayan diktatörler döneminin sonuna gelindiği anlaşılıyor.
Bu süreçte aynı yoksul halk, “diktatör giderse, radikal İslamcılar gelir” diye düzeni sürdürmeye ikna edilmeye çalışılıyor. Bu taktiği Ortadoğu diktatörleriyle çıkar işbirliği içinde olan batılı ülkeler de destekliyor. Ki aynı batılı ülkeler bugün tehlike olarak gördükleri radikal dinci örgüt ve hareketleri de çıkarları gerektirdiği için kurmuş ve duruma göre desteklemiş ülkeler. Ta ki, bu örgütler kontrolden çıkıp, kendi çıkarları için tehdit oluşturmaya, yoksul halk için siyasi alternatif haline gelmelerinden sonra, düşman ilân edildiler.
Diktatörlerin devrilmesinden sonra çıkacak kaos ortamında, bu tür radikal dinci örgütlerin iktidara gelmesi mümkün müdür? Evet, mümkündür. Ancak, kurulduklarından bu yana diktalarla ve din istismarıyla yönetilmiş bu ülkelerde “demokratik-laik” düzen bir sabah kurulamaz. Kuşkusuz, uzun ve sancılı bir süreç yaşanacaktır.
Bir diktatörden kurtulup diğerine yakalanmak, bir krallık yönetimden kurtulup bir diğerine savrulmak mümkündür. Arap halkları çağdaş demokrasiye ulaşmak istiyorlarsa, önce laikliğe ulaşmaları gerektiğini unutmamalıdırlar. Bu amaca ulaşmadan kadar gerçek bir demokrasiye ulaşmaları da mümkün değildir.