Türkiye, deprem bölgesinde bir ülke...
Şimdiye kadar yaşanan faciaların ardından binlerce canımızı kara toprağa verdik.
17 Ağustos 1999 Gölcük depremi hâlâ hafızalarımızda...
03.02’de 45 saniye sarsıldık, ama ne sarsılma...
Çünkü, o yıl İstanbul’da görev yapıyordum.
Ve o büyük uğultu hâlâ kulaklarımda.
Gölcük, Yalova ve Avcılar, en çok canın yitirildiği, yine çok sayıda kişinin yaralanarak sakat kaldığı bölgelerimiz oldu.
Çok geçmeden 1999’un Kasım ayında Düzce’de meydana gelen deprem, yine canımızı yaktı.
Çok sayıda yurttaşımızı yine kara toprakla buluşturduk.
Bu kentlerimizin dışında daha çok sayıda il ve ilçemizde hasar oluştu.
Ardından yardım kampanyaları başladı, yaralar sarılsın diye...
Gazete ve televizyonlar günlerce açık oturum yaptı.
Jeofizikçiler, ardı ardına açıklamalarda bulundu.
Depremin bitmediği, süresi tam kestirilemediği için daha vahiminin yaşanacağını dile getirdi.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen hâlâ yerimizde oturduğumuzu görüyorum.
‘Zorunlu Deprem Sigortası’ diye bir uygulama başlatıldı.
17 Ağustos’un ardından tam 18 yıl geçti.
Ama halkımızın hâlâ bu sarsıntıyı dikkate almadığı ortada.
Durum gayet net...
İzmir’de 1 milyon 120 bin binanın sadece yüzde 45’inin deprem sigortası yaptırdığını biliyor muydunuz?
Düşünün, konutlarımızın yarısından fazlasının sigortası yok...
Birçoğu, İtalya’daki Pisa Kulesi gibi eğik durumda...
Bu konutlarda oturmayı inadına sürdürüyoruz.
Korku, sarsıldığımız zaman aklımıza geliyor.
Bir süre sonra da unutup gidiyoruz.
Bu arada, İstanbulluları tebrik ediyorum.
Çünkü, 15 milyonluk kentteki 3 milyon 682 bin 450 konutun yüzde 54.8’i, evini sigortalı yaptırmış.
Olası felaketi İzmirlilerden daha iyi kavramışlar.
Peki, neyi bekliyoruz? Ölmeyi mi, sakat kalmayı mı?
Bu kadar vurdumduymazlık olmaz, olamaz.
Yapılacak iş gayet basit.
Birçok sigorta şirketi var.
Rakamlar da öyle büyük değil. Herkesin kesesine uygun.
Gidin, hemen bugün bir sigorta şirketi bulun ve evinizi sigortalatın.
Canınız yanmadan, malınız zarar görmeden, vakit çok geç olmadan...
Birçok sigorta şirketini aradım.
Geçen hafta pazartesi günü meydana gelen 6.2’lik depremin ardından kaç kişinin kendilerine başvurduğunu sordum.
Aldığım yanıt, beni hiç şaşırtmadı.Çünkü, tek tük arayan olduğunu ve sadece fiyat sorduklarını öğrendim.Nitekim, önceki akşam 22.50’de yine 5.3’le sarsıldık. Demek ki bu işin şakası yok. Ben tekrar hatırlatayım da gerisi sizin bileceğiniz bir iş. Bu arada, deprem çantanızı da hazır bulundurmayı ihmal etmeyin.
Ne olur ne olmaz...
Varan’ın sesine kulak verin!
ÇEVRE ve Şehircilik İl Müdürü Selahattin Varan, depremlerin ardından önemli bir açıklama yaptı.
Varan, il genelinde kentsel dönüşüm çalışmalarına bir an evvel başlanması gerektiğini söyledi.
Varan, yerden göğe kadar haklı.
Yıllardır sürüncemede bırakılan ve başkanlar arasında tartışma yaratan bu önemli konu için düğmeye basmakta çok geç kalındı.
Hâlâ ne bekleniyor, anlam veremiyorum.
Tüm belediye başkanları bir araya gelip, sorunun çözümü için ne yapılması gerekiyorsa yapmalı.
Zaman kaybına tahammül kalmadığı bilinen bir gerçek.
Ayrıca başkanların, Varan’ın şu sözünü de dikkate almasını istiyorum:
“Kentsel dönüşüm, İzmir gibi öncelikli kentte acil gerekli. Binaların yeterli dayanmaya sahip olmadığını biliyoruz. Önümüzdeki 10 yıl içinde insan veya doğa kaynaklı felaketlerin meydana gelmesi halinde 30 milyar dolarlık bir hasar oluşacaktır.”
Haydi, daha fazla zaman kaybetmeyin, birlikte elinizi taşın altına koyun; kırgınlıkları, tartışmaları unutun.
Dönüşüm için mümkünse hemen bugün harekete geçin.
Son pişmanlığın fayda etmediğini aklınızdan çıkarmayın!
Canı neler çekmiş neler!
Ege Turistik İşletmeler ve Konaklamalar Birliği Başkanı Mehmet İşler, yandaki fotoğrafı gönderdi.
İlk bakışta hayli ilginç bir görüntü gibi geliyor insana...
Çay poşetleri, su, tatlı ve meyve...
“Bunlar ne?” diye insan merak ediyor.
Bu fotoğraf, Antalya’da bir otel müşterisinin valizinden çıkmış...
Otel sahiplerinin, müşterilerinin havlu ve ufak tefek eşyayı götürmesine ses çıkarmadığını, kullanılan malzemelerde kendi reklamlarının yapıldığını, bu yüzden normal karşıladıklarını biliyoruz.
Ama bir müşterinin kendilerine yemekte ikram edilen çay, kahve, su ve meyveleri çantasına koyup otelden ayrılmasına anlam veremedim.
Vallahi ne diyeceğimi bilemiyorum.Allah sonumuzu hayır etsin...