Türk - Yunan ilişkileri, Ankara ve hele Atina'daki hükümetler ve hükümetlere odaklı politikacılar tarafından ne kadar gerilirse gerilsin, Türkler ve Yunanlılar, yerel düzeyde ilişkilerini arttırmaya devam ediyorlar. Üstelik bu ilişki, "karşılıklı göbek atmalar bitti, artık bundan sonrası ticaret" biçimine dönüşüyor.
Nasıl mı? İki yıl önce kurulan, bu yıl yasallaşan Kıyı Ege Belediyeler Birliği'nin girişimleriyle. Bu birliği, Türkiye'nin Ege kıyısındaki 65 belediye kurdu. İçlerinde büyük şehir belediyeleri yok. En büyükleri Kuşadası. Henüz Yunan adalarında böyle bir örgütlenme olmadığı için, Türk belediyecilerle Yunanlılar sadece kişisel ahbaplıkları sayesinde bir araya geliyorlar.
Son iki yılda yaptıkları 13 toplantının 6'sı Yunanlılarla ortak. Ankara ve hele Atina'daki politikacılar ve hükümetler birbirleriyle ne kadar çekişse de halk, bu makro politika ile ilgili değil. Halkı ilgilendiren, karşı kıyı ile ticaret, turizm ve Ege'de çevrenin korunması. Çünkü Ege'de kirliliğin bir numaralı sorumlusu Türkiye. Şimdilik bu, açıkça dile getirilmiyorsa da çevre konusu, Türk - Yunan belediyeciler açısından çok önemli bir sorun. Gediz ve Büyük Menderes'in İstanbul medyasının farkında olmadığı, ama yerel düzeyde herkesin bildiği kirliliği, olduğu gibi Ege'ye taşınıyor.
Kıyı Ege Belediyeler Birliği'nin geçtiğimiz Cuma ve Cumartesi günleri Didim'de yapılan toplantısına Yunanlı meslekdaşları katılamadı. Hem bölgeyi etkileyen fırtına ve yağmur, hem de Yunanistan'da geçen ay yapılan yerel seçimde yenilenen belediye başkanı ve valilerin (valileri de halk seçiyor), göreve ancak 1 Ocak'ta başlayacak olması yüzünden... Ama "keşke aranızda olsaydık" mesajları gönderdiler. İki tarafta da ortaklaşa iş yapmak ve sorunlara yapıcı bakmak ihtiyaç ve isteği oldukça, bundan sonraki toplantılara nasıl olsa gelirler. Eğer gelselerdi, bir kaç eksiği ile 65 belediye başkanı, eşleri, bazılarının çocukları, bürokratlar, Çevre Bakanlığı yetkilileri ve halkın, hem bizden hem "onlardan" şarkı ve türkülere nasıl el çırptığını, Türkçe ve Yunanca şarkılara nasıl ayırım gözetmeden eşlik edip çiftetelli oynadığını göreceklerdi.
***
1920 - 22 Türk - Yunan savaşını izleyen dönemde Anadolu'dan Yunanistan'a çok giden oldu. Ama her iki ülkedeki nüfus yapısını en derinden etkileyen olay, Lozan'a bağlı nüfus değişimidir. Buna tarihçiler Mübadele diyor. İstanbul hariç Anadolu'daki Rumlar, ve Yunanistan'daki Türkler hemen her şeylerini bırakarak 1924'te yer değiştirdiler. Birbirlerinin kültür ve tarih mirasını yok saydılar. Yunanistan'da "ortadan kaybolan" camiler, Türkiye'de yıkılmaya terk edilen, taş evli Rum köyleri bu nüfus değişiminin içler acısı kanıtlarıdır. Hele Atina'da fanatik, ırkçı, aşırı milliyetçi, dar görüşlü politikacılara rağmen Türk ve Yunan halkları, gerçek temsilcileri olan belediyeler aracılığıyla en sorunlu bölge Ege'de barışı gıdım gıdım sağlayacak. Çünkü, artık "karşılıklı göbek atmalar bitti, bundan sonrası ticaret." Birbirine en soğuk, birbirinden nefret eden bir çok Avrupa ülkesi bugün artık ortak çıkarları doğrultusunda bir araya gelirken, Ege'den yararlanma konusunda Türkler ve Yunanlılar da bir araya gelmek zorunda. Ama bu, halk düzeyinde olacak. "Yüksek" politika düzeyinde olmasını beklemek zor.
Kalite Kongrelerinin sonuncusu, yedincisiydi. Demek ki 7 yıldır, kalite konusunda formel bir arayış var. Bu yılkinin ana konusu Hukuk Düzeninde Kalite'ydi.
Hukuk düzeni denilen şeyin kağıt üzerindeki tanımı, gerçek yaşamımıza hiç uymuyor. Bunu bilmeyen, kabul etmeyen yok. Hukuk devleti lafını eksik etmeyenlerin, hukuk devleti kavramına ters düşen davranışlarını görerek, duyarak yaşıyoruz. Ama "Burası Türkiye... yok öyle!" diyerek bu tersliklere mazeret bulmaya çalışıyoruz. Bazıları, buna mazeret bile bulmaya gerek görmüyor.
İstanbul'da geçen hafta Kalite Kongresi'nin son gününde son saatlerdeki tartışmalar hukuk düzenimizdeki aksaklıklara olası çözüm önerilerine ayrıldı.
Geçen Haziran ayında "Hukuk Düzeninde Kalite Nasıl Sağlanır?" konulu bir arama konferansı düzenlenmişti. Kalite Kongresi'nde bu arama konferansında ortaya çıkan noktalara ilişkin olarak katılımcıların fikirleri soruldu. Kongre merkezinin salonlarına yerleştirilen bilgisayarların karşısına geçenler, örneğin "Hukuk düzeninde kalite ana hedefine ulaşmak için sizce birey odaklılık mı, yoksa katılım mı daha önemli?" gibi sorularla karşılaştılar. Kongreye 1,200 kadar kişi katıldığı halde bunlardan 725'i bilgisayar karşısına geçip soruları yanıtladı. Katılımın yarıdan ancak biraz fazla oluşunun ana nedeni, belki de bilgisayar soru - yanıt programının karmaşıklığı ve bilgisayardan ürküntü duyanların bu işe hiç kalkışmaması olabilir. Bilgisayarla bu tür anonim soru - yanıt sisteminde kullanılacak programın çok yalın olması şarttır. Çünkü herkesin, "Assessment menüsünün altından pairwise'ı seçiniz. Karşılaştığınız ekrandan graphical'ı seçiniz. Eğer graphical yerine yanlışlıkla verbal'ı seçerseniz, karşınıza gelen ekranda skip preliminary questions tuşuna basınız ve ekranın üstünde, sağda çıkan graphical tuşunu seçiniz" gibi karmaşık komutlarla uğraşması ve bilgisayar kullanım ustası olması beklenemez. Anket programları "üşendirmemeli".
Kalite Kongresi'ni izleyen 725 kişiden alınan yanıtlar, herkesin beklediği gibi, hukuk düzeninde kalite için sosyal sorumluluğun bir numaralı gereklilik olduğunu, ayrıca hukuk düzeninde yeniden yapılanma, yargının hızlandırılması, evrensel normlara uygunluk gibi öğelerin öne çıktığını gösteriyor.
Kalite Kongresi'ndeki bu girişim çok önemli. İnşallah, bu akademik çalışma, hukukun
güncel yaşamımıza yansıyan yüzüne kalite ithaline katkıda bulunur.
Hollywood ürünü bir bilim kurgu filminin konusu gibi: Uluslararası bilim adamları, uzayı dinleyerek, başka gezgenlerde yaşam olup olmadığına bakacaklar.
İngiliz Nuffield Radyo Astronomi Merkezi'nin bulunduğu Jodrell Bank'teki teleskop ve uzmanlarla, California'da Mountain View'da SETI Enstitüsü'nün uzmanları uzaydan gelebilecek sinyalleri dinlemeye hazırlanıyor. Bu amaçla, İngiliz Manchester Üniversitesi'nin 76 metrelik radyo teleskobuyla Puerto Rico'da Arecibo'daki 305 metrelik Amerikan teleskobu kullanılacak. Bu iki güçlü teleskobun ortak çalışması sonucunda, uzaydan "kaynağı belirsiz" sinyaller gelip gelmediği incelenecek. Bu, şimdiye kadar bu konuda yapılmış en bilimsel ve en kapsamlı çalışma olacak.
Bunun kadar ilginç bir başka proje ise Fransa'da adım adım ilerliyor. 2001 yılında uzaya fırlatılacak bir uydu, tam 50 bin yıl sonra dünyaya dönecek! Şimdi, bu akıl almaz projenin hesapları yapılıyor. Uyduya 20. yüzyılı tanıtan pek çok bilgi ve örnek yerleştirilecek. Amaç, 50 bin yıl sonra
dünya hala var olursa, ve uydu gerçekten dünyaya dönerse, o dünyanın insanlarına, 20. yüzyıldan bilgi ve örnekler sunmak! Biz, 50 bin yıl önce dünyadaki yaşamı ancak varsayımlara dayanarak kurguluyoruz. Belki bu uydu vasıtasıyla, 50 bin yıl sonraki insanlar, bizim nasıl yaşadığımızı kendi resimlerimiz, çizimler, bilgiler, ses ve renklerle bizzat görebilecek.
Bu iki projenin ortak özelliği, amaçlarındaki uçukluk ve gerçekleşme güçlüğü değil. Tam aksine, insanların bu tür proje üretme, düşünme ve gerçekleştirme yönünde "yaratıcı ortam" bulması.