“Aşırı demokrasiden daha fazla hiç bir şey demokrasiyi etkili bir şekilde öldürme riski taşımaz” -Norberto Bobbio
Aslında bugünkü yazım için farklı bir konu düşünüyordum ancak yakın bir arkadaşım “bu haftaki yazını merakla bekliyorum, nasıl yorumlayacaksın Amerika’daki seçimleri acaba” diyince mecbur konu kendiliğinden belirlenmiş oldu. Uykusuz geçen bir seçim gecesi sonrası sabah telefonumda benzer mesajları okuyarak uyandım. Yakın çevrem beni sanki ABD derin devletinden istihbarat alıyormuşum gibi zihinlerinde kodluyor olsalar gerek, “abi anlat bakalım işin aslını, ne olacak şimdi?” diye sıkıştırmaya başlamışlardı. Bir siyaset bilimci olarak verdiğim cevap pek tatmin edici değildi zira tek kelime “bilmiyorum” diyebildim. Bazen “bilmiyorum” diyebilmek aslında sizi daha bilge yapar. Aklıma Trump’ın 2016’da ilk seçildiğinde uluslararası ilişkiler uzmanı bir hocamın dedikleri geldi: “elimizdeki teoriler Trump’ın nasıl bir başkanlık dönemi geçireceği hakkında bize bir ışık tutamıyor, hep beraber izleyip göreceğiz.”
Şu anki durum da çok farklı değil. Büyük bir belirsizlik bulutu arasından sızan ışınları sadece yorumlayabiliriz. Ek olarak bu bulutun nasıl oluştuğunu analiz edebiliriz. Kitabın ortasından konuşalım: Amerikan rejimi Trump’ın tekrar başkan seçilmesine engel olamadı. Amerikan kurumları demokrasiyi koruma görevlerini başarıyla ifa edemediler. Demokrasinin meşru müdafaası yani militan demokrasi anlayışı popülizme yenik düştü. Düşünün, bir önceki seçim sonuçlarını tanımayan, halkı kışkırtması sonucu 6 Ocak Kongre Baskını’na sebep olan, New York mahkemelerince suç işlediği sabitleşen, konuşmalarında sıkça göçmenlere karşı ırkçı bir dil kullanan, siyasi rakiplerine karşı saygı sınırlarının çok ötesinde sert eleştirilerde bulunan bir demagog göz göre göre tekrardan dünyanın en güçlü ofislerinden birinin başında olacak.
Anayasal demokrasi bir paradokslar rejimidir. Düşmanlarına kendini yok etme imkanlarını kendi eliyle verir. İfade özgürlüğü, toplanma ve gösteri düzenleme hakkı, özel hayatın gizliliği gibi temel insan hakları anayasal demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. Öte yandan, demokrasi düşmanları otokratik bir sistemde ya da mutlakiyetçi bir monarşide tanınmayan bu haklardan istifade ederek demokrasiyi yıkmaya çalışabilirler. Bunu önlemek için demokrasi kendini savunmaya kalktığında da eğer ipin ucunu kaçırırsa zaten ortada savunulacak bir demokratik düzen de kalmaz.
Trump’ın önündeki tek engel kendi vicdanı
Trump hakkında Temsilciler Meclisi iki kez azil süreci başlattı. İkisinde de Senato Trump’ı akladı. Seçimi etkilemek için Rusya’yla işbirliği, gizli belgeleri uygunsuz saklama, ve halkı kışkırtma suçlarından hakkında özel savcılar iddianameler hazırladılar. İsminin oy pusulasında olmaması yönünde bazı eyaletler karar aldılar. New York’ta sus payı davası açıldı ve suçlu bulundu. Ancak bunların hiçbiri Trump’ın ikinci kez Oval Ofis’e yolculuğunu engelleyemedi. Bana kalırsa Amerikan devleti demokrasiyi korumakla Trump’ın seçilme hakkını korumak arasındaki dengeyi doğru kuramadı. Trump’ın bundan sonra önündeki tek engel kendi vicdanı. Çünkü bu sefer Senato ve yüksek yargı da tamamen kendi kontrolünde. Ezici seçim zaferini ise bir meşruiyet argümanı olarak kullanacak kuşkusuz.
Kafamda düşünceler yarışırken bir yandan da “bana ne ya biraz da Amerikalılar düşünsün” diye de içimden geçmedi değil. Ancak tabii bu seçimin dünyaya yansıması da kuvvetli olacak. Daha önceki hiçbir Amerikan başkanı, Kudüs’ü başkent olarak tanıyan Trump kadar İsrail yanlısı olmamıştı. Ukrayna’nın kaderi de pek iç açıcı gözükmüyor. Sonuç olarak hem ABD’yi hem de dünyayı dengeleri alt üst edebilecek bir dört yıl bekliyor. Eğer tabii bu dört yılla sınırlı kalırsa; bekleyip göreceğiz.