Tarih: 4 Kasım 1979, yer: İran ABD Büyükelçiliği, saat: 06.30, 500 kişilik bir öğrenci grubu elçilik kompleksinin etrafında toplanmaya başlamıştır. Heyecanlı kalabalık kapının kilidini kırarak ve duvarların üstünden atlayarak yerleşkeye girer. İran polisi müdahale etmez. Elçiliği korumakla görevli Amerikan askerlerinin kullandığı göz yaşartıcı gaz savunma için yeterli olmaz. ABD’li diplomatlar ve elçilik çalışanları rehin alınırlar. Bazı kadınlar ve siyahiler kısa bir süre sonra serbest bırakılsa da 52 kişi için tam 444 gün sürecek esaret dönemi başlamıştır. ABD’deki seçimlerden bir gün önce İran Rehine Krizi’nin 45. Yıldönümüydü. ABD ile İran’ın aralarının bozuk olmasının en önemli kaynaklarının birinden bahsediyoruz.
1979 İran Devrimi’nden önce ABD, İran ve Suudi Arabistan’ı destekleyerek petrolün sıkıntısız bir şekilde dağıtımını sağlama amacındaydı. İran Şahı, Batı’nın isteklerini karşılama konusunda epey hevesliydi. İran ABD’nin en sıkı müttefiklerinden biriyken devrim sonucu en büyük düşmanlarından biri haline dönüştü. Bunu tabii farklı uluslararası ilişkiler teorileriyle yorumlayıp açıklamak mümkün. Realist bakış açısıyla bakarsak Sovyetler Birliği ve ABD’nin soğuk savaş çekişmesi esnasında İran’ın kendine daha güçlü bir jeopolitik konum elde etme isteğine atıfta bulunabiliriz. Ancak 1979’daki olayları İran için pek de realist pencereden yorumlamak mümkün olmuyor kanısındayım. Daha çok kimlik siyaseti ve kaos teorisinden bahsedebiliriz. Kaos teorisi der ki devletler her zaman rasyonel davranan aktörler olarak görülmemelidir; iç politikadaki dinamikler ve duygusal hezeyanlar sonucu devletlerin davranışları şekillenir. Rehine Krizi, İran’daki İslamcı kanat için bir güç gösterisi ve siyasi propaganda malzemesi haline gelmiştir.
Realist teori İran’daki rejim şeklinin teokrasi olmasının bir fark yaratmayacağını söylerken bunun aslında yanlış bir çıkarım olduğunu devrimi takip eden yıllarda görmekteyiz. İran Devrimi’nden sonra bölgede dengeler yeniden kurulmuştur. Devrimle aynı yıl içinde Mısır İsrail ile barış anlaşması imzalamış, Suriye ile Irak ittifak içine girmiş ve bir yıl sonra da Türkiye’de askeri darbe olmuştur. İsrail’in tekrar bölgeyi savaşa sürüklediği şu günlerde İran’ın jeopolitik önemini vurgulamak gerekmektedir. Trump ilk başkanlık döneminde İran’la olan anlaşmayı tek taraflı feshetmiş ve İran’a karşı hasmane bir tavır sergilemiştir. 20 Ocak 2025’te tekrar Oval Ofis’e geçtiğinde İran ile ABD ilişkileri nasıl bir hal alacak göreceğiz. İran’ın nükleer programının ne durumda olduğu da bir bilinmez olmayı sürdürüyor. İsrail’e karşı bölgede İran gibi bir başka nükleer gücün olması aslında belki de İsrail’e karşı bir denge olarak ABD’nin işine de gelebilir.
Diplomatik dokunulmazlık
İran’daki rehine krizinin bir başka boyutu da diplomasi kurumunun hasar görmesidir. Uygarlığın ilk zamanlarından beri elçiler özel bir statüde görülmüşlerdir. “Elçiye zeval olmaz” sözünden de anlaşılacağı gibi ayrıcalıklı bir dokunulmazlıkları vardır. Sonuçta insanları hayvanlardan ayıran en büyük özelliklerden birisi iletişim kurabilmeleridir. Konuşarak sorunları çözebilmek için devletlerin de birbirleriyle iletişim kurmaları lazımdır. Bu yüzden uluslararası hukukta diplomatlar korunurlar; gözaltına alınamazlar, elçilik binalarına ve diplomatların ikametgahlarına girilemez. İran’da öğrencilerin yaptığı eylem tüm bu geleneklere ve uluslararası hukuka aykırıdır ve büyük infial yaratmıştır.
300 Spartalı filmini izleyenler şu meşhur sahneyi hemen anımsayacaklardır: Pers elçisi Sparta’ya bir ültimatom verir ve Sparta kralı Leonidas “Burası Sparta!” diye bağırarak elçiye tekme atarak dipsiz bir kuyunun içine düşmesine sebep olur. Elçilere kötü muamele yapılması veya öldürülmeleri tarih boyunca devletler arasında kriz çıkarmıştır. Aslına bakarsanız sonuç olarak karşımıza çıkan sorunların ana sebebi kurallara uyulmamasıdır. Uluslararası hukuk her devlete lazımdır.