Ege Doğaç Erdoğan

Ege Doğaç Erdoğan

ege.erdogan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“En radikal devrimci bile devrimden sonraki gün muhafazakara dönüşür”

-Hannah Arendt

Mişel Eflak 9 Ocak 1910’da Şam’da doğdu. 1929’da Sorbonne’da felsefe okumak için Paris’e gitti. Orada bir başka Şamlı Selahaddin el-Bitar ile tanıştı. İkili, Arap milliyetçiliği ve sosyalizm hakkında benzer fikirlere sahiptiler. Suriye’ye döndüklerinde komünist kanatta yer aldılar ancak Suriye Komünist Partisi’nin Fransız sömürgeciliğini desteklediğini anlayınca hayal kırıklığına uğrayarak siyasete ara verdiler; öğretmenlik yapmaya başladılar. Eflak tarih, Bitar matematik ve fizik dersleri veriyordu. 1940’a gelindiğinde etraflarında hatırı sayılır bir öğrenci kitlesi toplanmıştı. Kısa süre sonra Arap İhya Hareketi isminde bir siyasi parti kurdular, daha sonra bu parti Arap Baas Hareketi şekline dönüştü. Arapça’da diriliş, doğuş anlamına gelen Baas sözcüğü, Eflak ve Bitar’ın idealist bir yönetim şeklini coğrafyalarına getirme arzularını simgeliyordu. Ancak doğum sancısına dayanamayan Arap ülkeleri için ölüm fermanına dönüştü.

Haberin Devamı

Baas neden zorbalığa dönüştü?

Eflak ve Bitar’ın yanında Baas hareketinin öncülerinden biri de Zeki el-Arsuzi’dir. Arsuzi de Sorbonne’da eğitim gördü; kendisi de Suriye’ye dönerek siyasete atıldı. 1947’de Arsuzi, Eflak ve Bitar ile birleşti ve Arap Baas Partisi kuruldu. Bu üç isim de Batılı bir eğitimden geçmiş, (hatta aynı üniversitede okumuş) samimi olarak ülkelerini çağdaşlaştırmaya ve özgürleştirmeye çalışan yurtseverlerdi. Ortak özellikleri emperyalizm karşıtı olmaları, laik, özgürlükçü ve milliyetçi bir rejim oluşturmak istemeleriydi. Peki nasıl oldu da bu üç idealist adamın düşünceleriyle temeli atılan bir hareket Suriye ver Irak’taki gibi baskıcı ve gaddar rejimlere dönüştü?

Cevabı şu: Ulusal bilinç ve demokrasi kültürü oluşmamıştı. Önce Osmanlı daha sonra Fransa ve İngiltere hakimiyeti altında yaşayan, sınırları cetvelle çizilmiş Suriye ve Irak, tarihsel bir süzgeçten geçmemişler, uzun yıllar süren demokrasi, özgürlük ve çağdaşlaşma mücadelesi vermemişlerdi.

Türk Devrimi’nin farkı

Haberin Devamı

Bir devrimin kalıcı olabilmesi için tarihsel evrim sürecinde olgunlaşmış bir ulusal bilinç ve bunu doğru yönlendirebilecek dahi liderlere ihtiyaç duyulur. Türkiye’de cumhuriyet devrimlerinin tepeden inme olduğu söylenir. Bunda haklılık payı da vardır. Ancak unutulmamalıdır ki Türk Devrimi’nin kökleri 19. Yüzyılın başlarına, II. Mahmut’a kadar uzanır. Cumhuriyet kurulmadan önce iki meşrutiyet denememiz vardır. “Yaşasın hürriyet” nidalarıyla gelen bir Jön Türkler dönemi yaşanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk gibi dahi bir lider de bu yüz yıllık mücadeleyi cumhuriyet ve kazanımlarıyla taçlandırmıştır. Tarihte varsayımlara göre analiz yapılmaz ama eğer Atatürk olmasaydı İttihat ve Terakki’nin Baas gibi bir yapıya dönüşmesi belki de kaçınılmaz olacaktı.

Orta Doğu tarihi dersinde Baas dönemini okurken epey zorlanmıştım. Mütemadiyen güç savaşlarının, parti içi kavgaların, iktidar değişimlerinin olduğu, ezberlemek için büyük çaba gerektiren bir zaman diliminden bahsediyoruz. Baas özgürlükçü bir düzen kuramadı çünkü özgürlüğü hiç tatmamış bir halka hitap ediyordu. Baasçılar kendi devrimlerini korumak için en büyük muhafazakarlar haline gelmişlerdi. 1970’de Hafız Esad’ın liderliğindeki askeri darbe sonucunda artık sadece askeri güç ile iktidarda kalabilmek mümkün olacaktı. Baba  ve oğul Esad, Saddam gibi liderler işkenceye,    siyasi cinayetlere ve hatta katliamlara başvurarak güçlerini koruyabildiler.

Haberin Devamı

En son Beşar Esad’ın Suriye’yi terk etmesiyle Baas hareketi de tarihin tozlu sayfalarına kaldırıldı. Arap milliyetçiliği ve sosyalizm sentezi de böylece başarısız bir deneme olarak tarihe geçti. Baas partisinin kuruluş sloganında yer alan “Birlik” yerini iç savaşlara, “Özgürlük” işkence hapishanelerine, “Sosyalizm” ise oligarşiye bırakarak yok oldu gitti.