Aybars Kuday / aybarskuday@yahoo.com - Dünya edebiyatının en dikkat çekici hiciv romanları arasında bulunan George Orwell’in Hayvan Çiftliği kitabı yönetim biçimlerini ve toplumları son derece çarpıcı bir şekilde anlatan bir eserdir. Bu aralar Orwell’in anlattıklarının spor dünyası için de “Bütün oyuncular eşittir ama yabancı oyuncular daha eşittir” şeklinde geçerli olduğunu görüyoruz.
Arda Turan Atletico Madrid’de oynadığı dönemlerde vermiş olduğu bir röportajında Atletico Madrid taraftarlarının altyapı oyuncularına diğer oyunculara nazaran çok daha fazla saygı gösterdiklerini ve özellikle maç öncesinde tribünlere ilk olarak kendi akademilerinden yetişmiş ve A takıma yükselmiş oyuncularını çağırarak alkışladıklarını ve onore ettiklerini belirtmişti.
Türkiye’de altyapı oyuncularının taraftar gözündeki değeri ve gösterilen ilgi hepimizin malumu. Bizde maalesef oyunculara sadece isimleri ve yetenekleri doğrultusunda ilgi gösteriliyor. Öncelik sırası ise önce yabancılar daha sonra da en kariyerli ve en isimli oyuncular şeklinde oluyor. Bu oyuncular sırayla tribünlere çağırılıp alkışlanıyor. Altyapıdan yetişmiş, kendini bu kulübe adamış oyuncularımız ise bu alkışlardan nasibini çoğu zaman en son sıralarda alıyor.
Çılgın kontratlar
Bu bakış açısı sadece taraftara mahsus değil. Ne yazık ki ülkemizde kulüp yönetimleri de aynı yaklaşımı sergiliyorlar. Milyonlarca Euro verilip alınan isimli ve çoğu zaman yaşlı yabancı futbolcular el üstünde tutuluyor, bir dedikleri iki edilmiyor, kendilerine çılgın kontratlar veriliyor, maaşları zamanında ödeniyor. Bu yabancı oyuncuların maaşları zamanında ödenmezse menajerleri hemen UEFA’ya başvurup sözleşmelerini tek taraflı feshetme gibi tehditlerle yönetimleri parmağında oynatıyorlar. Diğer taraftan yerli sporcular aylarca maaşlarını almasalar bile seslerini çıkaramıyorlar. Çünkü onların yabancı oyuncular gibi bir B planları yok. Bu durum sadece futbol için geçerli değil. Diğer branşlarda aynı. Kısacası ülkemizde Orwell’in kitabında bahsetmiş olduğu gibi bir eşitlik hüküm sürüyor.
Yanlış yatırım
İşin daha da garip tarafı; kontratı biter bitmez kendi ülkesine geri dönecek olan sporcular ülkemizde gereğinden fazla baş tacı ediliyor. Bu oyuncuların 2-3 sene sonra artık burada olmayacağı, binlerce km uzakta, kendi ülkesinde, muhtemelen başka bir saat diliminde olacağı biline biline. Taraftar kulübünde oynadığı dönemde çılgınca desteklediği bu yabancı oyuncuları ülkelerine gittiklerinde bile sosyal medya ve benzeri yollarla destekliyor. Bence bunun adı yanlış yatırım.
Şimdi bir de kulübün alt yapısından çıkmış ve A takımına kadar yükselmiş bir oyuncusunu ele alalım. A takıma kadar yükselmiş sporcu, çocuk yaşlarda önce kulübün seçmelerine katılıp birçok adayı geride bırakıp kulübün altyapı akademisine kabul edilmiş, orada senelerce minik, yıldız, ümit, genç, PAF veya adına ne derseniz, birçok yaş kategorisinde aynı renkler, aynı forma için mücadele etmiş, antrenman yapmış, maça çıkmış, bir başka deyişle hayatını küçüklükten beri yetişmiş olduğu kulübüne adamış. Bu sırada kulübün kültürünü, değer yargılarını öğrenmiş, kulübüne bir aidiyet duygusu geliştirmiş. Dışarıdan gelen oyuncular bu kulüp için 1 birim çaba gösteriyorsa bu oyuncu aidiyet duygusu ile belki de 2 birim çaba göstermiş. Kulübü diğerleri gibi yiyip içip yoluna devam edeceği bir kervan gibi görmemiş. Bilinçaltında ister istemez kulübene bir borcu olduğunu ve bu borcu ödemek gibi bir yükümlülüğü olduğunu hissetmiş.
Siz yönetici olsanız yatırımınızı hangisine yapardınız veya taraftar olarak hangisine destek verirdiniz?
Motivasyon olur
Ayrıca şunu da hatırlatmak isterim; bu destek bugün sahada oynayacak olan oyuncunuz için verilen bir destek değil. Altyapınızda şu anda yetişmekte olan, yarın A takım seviyesine gelecek olan gençlere örnek olsun diye yapılması gereken destek. Kendisi gibi kulüp altyapısından yetişmiş oyunculara yöneticilerin ve taraftarın nasıl bir yaklaşım sergilediğini gören bir genç oyuncu sizce daha fazla motive olmaz mı? Ligimizin genel prestiji açısından bakarsak; Türkiye liginde kulüplerinin altyapılarından yetişen oyuncular el üstünde tutulsa acaba bu genç oyuncular oynadıkları birkaç başarılı maçtan sonra “Amacım Avrupa’da oynamak” der mi yine de? Avrupa’nın isimsiz takımlarına Türkiye’de kazandığından daha düşük maaşlarla gider mi?
Bugün sahalarda gördüğümüz yabancı yıldızlar er ya da geç kontratları bitince ülkelerine geri dönecekler. Fakat kulüplerin altyapılarından yetişen sporcular için durum böyle değil. Bu sporcular aktif spor hayatları bittikten sonra kulüplerine birer spor insanı (teknik direktör, yardımcı antrenör, yönetici, başkan, scout, danışman) olarak da hizmet edebilirler. Bu görevlerini de dışarıdan gelen spor insanlarına nazaran çok daha özverili yapacaklar.
Mustafa Denizli örneği
Hemen en yakın geçmişten bir örneği ele alalım: Mustafa Denizli.
Altyapısında yetiştiği ve 18 yıl formasını giydiği İzmir’in köklü kulübü Altay’ın kendisine en çok ihtiyaç duyduğu zamanda Mustafa Denizli kendisine önerilen ve bir alt ligde yer almakta olan Altay’dan gelen hocalık teklifini hiç düşünmeden kabul etmiş ve takımının başına geçip yıllar sonra takımının tekrar Süper Lige yükselmesini sağlamıştır. En önemlisi de bunu hiçbir ücret almadan, tamamen kalbi duygularla yapmıştır.
Hal böyleyken ve önümüzde Mustafa Denizli gibi nice güzel örnekler görme şansımız varken bugün kendimize şu soruları sormamız gerekir: Neden biz hala yabancı sporcuları daha el üstünde tutuyoruz, mantık dışı kontratlar, bonuslar veriyoruz? Neden maaş ödemelerinde onlara öncelik sağlıyoruz? Neden taraftarlarımız gelip geçici olan yabancılar yerine kulüplerinin DNA’sını bile bilen altyapıdan yetişmiş oyuncularına daha çok destek vermiyor?
Bence yöneticiler ve taraftarlar kulüplerinin altyapılarından yetişen oyuncularına uzun vadeli birer yatırım olarak bakmalılar ve bu oyuncuların yetişmekte olan diğer gençlere birer motivasyon kaynağı olduklarını akıllarından çıkarmamalılar.
Spor Toto 1. Lig play-off finalinde Altınordu’yu 1-0 yenen Altaylı futbolcular ve teknik direktör Mustafa Denizli Süper Lig’e çıkma sevincini böyle yaşadı.