Son gelişmeler Türkiye’nin en kısa zamanda mülteci hukukunu ve mülteci politikalarını partiler üstü bir yaklaşımla kapsamlı biçimde ele almasının zamanının geçmekte olduğunu gösteriyor. Bu konuda acil bir uzlaşma sağlanamazsa gerek ülkedeki 3.6 milyon Suriyeli mülteci ile 400 bin kadar başka ülke vatandaşı mülteci için gerekse Türk toplumu için zor günler yaşanacaktır.
Son yerel seçimlerin sonuçları mülteciler politikasında uzlaşma sağlanmasının uzağında Bolu Belediye Başkanı seçilen CHP’li Sayın Tanju Özcan’ın verdiği “Yabancı uyruklu kişilere yardımı kesin” talimatı, bizzat CHP çevrelerinin ifadelerine göre tekrar edilen İstanbul belediye seçimlerinde partinin oy artışındaki en etken faktör oldu. KONDA’nın yaptığı son nabız yoklamasında Şubat 2016’dan Temmuz 2019’a kadar olan sürede ‘Suriyeli sığınmacılarla ilişkimiz aynı ev seviyesinde olabilir’ diyenlerin oranının yüzde 14’ten 7’ye düşmesi de siyasi partiler için kolay oy havuzunun, sağduyulu politikalardan bizi uzak tutacağının haberini veriyor. Nitekim Avrupa’da yıllardır tanık olduğumuz bir gelişmenin Türkiye’de de tekrarlandığını görüyoruz. 1990’lardan bu yana Avrupa Birliği’ne üye ülkelerdeki aşırı sağ ve popülist partiler seçim stratejilerini yabancı düşmanlığı ve göçmen/mülteci karşıtlığı üzerine kurarak hayal edemeyecekleri oy oranlarına eriştiler, iktidara çok yaklaştılar. Bu durum Avrupa’nın Sosyal Demokrat, Liberal, Muhafazakâr hatta Yeşiller partilerini de olumsuz etkiledi. Söz konusu partiler de söylemlerini, yabancıların, mültecilerin haklarının kısıtlanması yönünde değiştirdiler. Bunun en güzel örneğini İsveç’in mülteciler için kalıcı ikamet imkânlarının önünü kapama yönündeki yasal değişiklikleri oluşturuyor.
Mültecilerle ilgili tartışmaların son bir haftada alevlenmesine, Suriyeli mülteci karşıtlığının artışına bir yanıt olarak İstanbul Valiliği’nin aldığı idari tedbirler yol açtı. Valiliğin attığı adımlar, 15 milyon nüfuslu İstanbul’da sayılarının yaklaşık 200 bin olduğu öne sürülen ve yönetmeliklere göre bu kentte ikameti olmayan Suriyeli mültecilerin kente getirdiği ağır yükün azaltılması isteğinden kaynaklanmış olabilir. Ama bu adımların zamanlaması, siyasi faktörün ön planda bulunduğu görüşünü kuvvetlendiriyor.
İstanbul Valiliği’nin açıklaması, dış basında Türkiye’nin Suriyeliler için güvenli bir ülke olmaktan çıktığı yorumlarına yol açtı. Yorumların temelinde, İstanbul’da son 10 gün içinde bazı mültecilerin gözaltına alınarak Suriye rejim güçleri ve Rusya’nın saldırılarına maruz kalan İdlib’e geri gönderildikleri iddiası yatıyor. Uluslararası mülteci hukukunun geri göndermeme ilkesinin (Mülteci Sözleşmesi Madde 33) ihlali olduğu belirtilen haberlerde Türkiye’nin 2011’den bu yana izlediği uluslararası koruma politikasından büyük bir dönüş yaptığı iddia ediliyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) konuyla ilgili doğrulayıcı ya da yalanlayıcı hiçbir açıklamada bulunmazken, İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu, Türkiye’nin geçici koruma altındaki hiçbir Suriyeli mülteciyi geri göndermediğini ve geri göndermeyeceğini duyurdu.
2014 yılında yürürlüğe giren 6458 numaralı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun Dördüncü Maddesi, geri göndermeme ilkesine bağlılığı açıkça vurgulamaktadır. Ayrıca Türkiye 3.6 milyon mülteciye dokuz yıldır sağladığı uluslararası korumayı politikasının temeli yapmayı sürdürüyor. Üstelik İdlib, şu an Türkiye’nin de parçası olduğu “çatışmasızlık bölgesi” olup yoğun rejim ihlallerine sahne olmakta, Ankara da bu ihlalleri uluslararası platformlarda şikâyet etmektedir. Eğer bazı Suriyelileri sınır dışı ediliyorsa bunu Afrin, Cerablus gibi Türk askerinin koruması altındaki bölgeler varken İdlib’e göndererek yapıldığını ileri sürmek, Türkiye’yi katmerli bir vicdansızlıkla suçlamak anlamına gelir. Öte yandan hâlihazırda mültecilere yönelik kamu kurumları ve STK’lar projeler yürütmektedir.
YARIN: YABANCI STATÜSÜNDEKİ DÖRT GRUP