Prof. Dr. Yavuz Odabaşı
Dünya Sağlık Örgütü, küresel adaletsizlik sorununun çözümü için aşıların küresel erişimine izin verilmesi önerisi yanında, yoksul Afrika ülkelerinde gıda sorunu ile karşı karşıya olunduğunu açıkladı. Oxfam, “eşitsizlik virüsü” konusunu dikkatlere sundu. Şirketlerin ve yoksullardan daha fazla dünyayı kirleten zenginlerin kamuya destek verebilmeleri arzulanıyor ve bu kesimlerden bir uygulama olarak “servet vergisi” alınmasının uzun dönemli refah için gerekli görülüyor. Cambridge Sürdürülebilirlik Komisyonu, iklim sorununu çözmek için önce zengin ülkeler ve zenginlerin yaşam biçimi olan “kirletici elitin aşırı tüketimi”nden başlamak gerekir diye uyardı. Davos’da yapılan son Dünya Ekonomik Forumu’nun iş dünyasından katılımcılarını temsil eden Uluslararası İş Konseyi, ‘Paydaş Kapitalizmi Göstergeleri’ni geliştirdi. Göstergelerde izlenmesi gereken ve başarının ölçüleceği dört alan bulunuyor: İnsan, gezegen, refah ve yönetim ilkeleri. Bu konuda ülkemizin öncü şirketleri bu ilkeleri yerine getirmeye yöneldi bile.
Devlet kapitalizmi
Büyük Buhran’dan bu yana, ulus devletin rolünün piyasaları dalgalanmalardan korumadaki ve refah toplumunun gerçekleştirilmesindeki rolünün yeniden ön plana çıkmasına şahit olunuyor. Pandemi ve istihdam konularında devletin çeşitli müdahalelerinin kamu harcamalarının artırılması yoluyla yapılması, devlet kapitalizmin çok farklı türlerinin olabileceğini ve bunun da toplumun büyük kısmınca istendiğini gösterdi. Günümüzde, devletin piyasaya sahiplik ya da müdahale ile girmesi bazen Singapur örneğindeki gibi verimli ve etkili olabileceği gibi, Norveç’te orta düzeyde, İtalya’da ise verimsiz ve etkin olmayan biçimde gelişebiliyor. Çin ise, başlı başına farklı bir model ile küresel boyutta öne çıkıyor.
Karların arttığı, el değiştiren zenginliğin anlamının da değiştiği bir dünyada, başta sanal dünyasının zenginlerinin daha da zenginleşerek derinleştirdiği servet dağılımındaki adaletsizlik her konuda kendini gösteriyor açıkça. Şüphesiz, çok sayıda yıkım ve eşitsizlik bırakan Küresel Finans krizi 2008-2009 ve sonrası kriz dönemlerinde devletin müdahale biçimleri kaçınılmaz görünmektedir. Ancak, bu seferki diğerlerinden daha farklı ve etkili olacağı beklentisiyle devlet müdahalesi gittikçe artıyor ve arzulanıyor. Koronavirüs salgını 21.yyılın ilk küresel krizi olarak, ulus devletlerin aşı konusunda çok daha hızlı hareket ettiğini gösterse bile, aşı lisansları, aşı sertifikası gibi konularda da küresel işbirliği ve beraberlik gerektirdiği çok açık. Bunu gerçekleştirmek için de şeffaf, duyarlı ve yetenekli, demokratik açıdan güvenilir hükümetlerin dengesi kurularak “bürokratik şeffaflık” yolu ile ortak eylemler şart. Topluma toplam yararlar gündemde ve birçok program uyguluyor şirketler artık. Ancak, ölçek sorunları ve parçalanmış, bölünmüş sonuçlar elde ediliyor ve ölçme sorunları ve duyarlı yatırımcılara bunları iletmede aksaklıklar yaşanıyor. Şirketlerin sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirmelerinin de ötesinde sosyal değerler de üretebilmesi zorunlu hale geldi.
Sosyal amaç-sosyal değer
Birbiri ile iç içe geçmiş, birbiri ile yakından ilişkili ve gittikçe artan sorunların olduğu parçalanmış bir dünyada, artık şirket yan etkinlik olarak sosyal konuları gerçekleştirmede yeterli olmamaktadır ve sosyal etkiler, işletmelerin temel işlevlerinden ayrılamaz hale gelmektedir günümüzde. Tüketiciler de, yatırımcılar da teknoloji yardımıyla artık şir ketleri bu yönüyle de gözetliyor ve değerlendiriyor. Toplumun sorunlarına, ihtiyaçlarına çözüm üretmeyi açıklayan, tüm paydaşlara değer katabilen sosyal faydayı yaratma birçok etkiyi birlikte değerlendirmeyi şart koşuyor bu gelişmeler.
Pandemi, dijitalleşme ve küreselleşmenin neden olduğu ileri sürülen ekonomik eşitsizlik ve sosyal mobilitenin daralmasının daha net ve açıkça görülmeye başlanmasında rol oynamaktadır. İşletmeler, bu durumu bir taraftan şiddetlendirirken diğer taraftan da büyük sosyal olaylarda yardımcı olmaya çalışmaktadırlar. Amaç; şirketlerin finansal, sayısal performanslarının ötesinde ölçülebilir toplumsal etkilerin, faydaların birliğinin yaratılmasının bilinçli, samimi ve dürüst biçimde gerçekleştirebilmesinde toplumun tüm kesimleriyle, işbirliği, dayanışma ve paylaşma anlamına gelmektedir. Kar şüphesiz şirketlerin önemli bir amacıdır. Ancak, şirket gücünü sadece hissedarlar için kullanmak kamu çıkarlarına uygun olmuyor çoğu zaman. “Toplumun iyilik hali”, “paydaşların iyilik hali” çoğu zaman göz ardı edilebiliyor. Amaç, yazılıp parlak biçimde duvara asılan ve verilen demeçlerdeki süslü cümlelerden ibaret değildir. Tüm çalışanların ve paydaşların inandığı bir hedef olabilmelidir. Kar ile amaç birbirlerini tamamlayan, birbirlerine eşlik eden olgular olarak kabul edilmelidir yeni dünyada. Biri diğerinin yerine konulduğunda çatışmalar ve gerilimler ortaya çıkabilmektedir. Bu konuda temenniler, idealler var, ancak realize edilmiş gerçekçi bir uygulama yok henüz.
Tüketiciler, cüzdanlarıyla oy vererek paydaşların tümünün refahını iyileştiren ve sosyal sorunları çözmek için etkin davranan şirketleri tercih ederek onları ödüllendirmektedirler. Tüketicilerin bu konudaki algıları, davranışları şirketlerin tercihlerini de bu yöne doğru yöneltiyor. Samimi ve sosyal sorumluluk gösteren şirketler ve ürünleri daha çok genç yeni nesil tüketiciler tarafından tercih edilmektedir ve bu davranış toplumun diğer kesimlerini de etkileyerek farkındalık yaratabilmektedir. Refahın sadece ekonomik büyüme ve parasal getiri ile ölçülemeyeceği, bunun yanında ahlaki ve toplumsal değerlerin de yeniden tanımlanmasının başlandığı günlerdeyiz. Toplumda sosyal bir sorunu çözerek etki yaratmada katkıda bulunmak yoluyla değişim ve dönüşümde rol alacak piyasa aktörleri, kamucu yaklaşımların da geliştiği “devlet-iş dünyası-toplum” etkileşimlerine, kolektif ve çoğulcu girişimlere hazır olmalı.