İsmail Özcan
Eğitimci/Yazar
19 Ekim 2020, “bilge lider”, devlet adamı ve komutan, bilinçli Müslüman Aliya İzzetbegoviç’in ölümünün 17. yılıydı. Aliya İzzetbegoviç, 17 yıldır başta kurucusu olduğu Bosna Hersek Cumhuriyetinde olmak üzere bazı Müslüman ülkelerde ve en çok da Türkiye’de yükselen bir özlemle anılıyor. Bu yıl da öyle oldu. Yazılı basının büyük bir bölümünde hakkında çok güzel yazılar yazıldı ve sosyal medyada çok değerli paylaşımlar yapıldı.
Aliya İzzetbegoviç, geçen yüzyılın sonlarında medeni (!) Avrupa’nın ortasında ve gözü önünde büyük acılar yaşatılmış, yok edilme tehlikesiyle yüz yüze bırakılmış bir halkı tüm insanlığa örnek olacak liderliğiyle selamete, yani özgürlüğe ve bağımsızlığa ulaştırmış bir lider, bir devlet adamı ve bir komutandı.
Bu büyük lider, devlet adamı ve komutan; Sırpların büyük zulüm ve soykırım girişimlerine maruz kalmış Boşnak halkının, Sırplardan kendilerine yaptıklarının aynısını yaparak intikam almak istemesine, “Biz de zulüm yaparsak zulme karşı savaşmamızın ne anlamı kalır?” diyerek unutulmaz bir insanlık dersi vermişti. Bu davranışıyla son birkaç yüz yılın insanlık, özgürlük, eşitlik, demokrasi gibi birikimlerine sahip olduğunu her fırsatta iddia eden Avrupa’ya sözü edilen değerler konusunda daha ne kadar çok eksiklerinin olduğunu öğretmişti.
Aliya İzzetbegoviç, Avrupa’nın ortasındaki etnik ve dinsel küçük bir topluluğun evrensel değerdeki bütün erdemleri şahsında temsil eden büyük lideridir. Bundan sonraki yüzyıllarda dünyanın bütün liderleri özellikle politikada ciddiyet, ahlak, dürüstlük, çalışkanlık, başarı gibi imtiyazlarda kendisinden çok şey öğreneceklerdir. O, “İnsanı arşınla değil akılla ölçmeli” anlamındaki Boşnak atasözünün somut, ete kemiğe bürünmüş bir numunesidir.
Aliya İzzetbegoviç, kendisini tek kelimeyle anlatmak için söylenen “bilge” nitelemesini anasının ak sütü gibi hak eden ender liderlerden biridir. Ne laf olsun diye bir söz söylemiş ne de dostlar alışverişte görsün diye bir eylemde bulunmuştur. Her sözü ve her eylemi bir anlam ve amaç içerir. Dine, dünyaya, insana, politikaya bakışına ilişkin birçok düşüncesini yazıya dökmüş ve kitaplaştırmıştır. İslam Deklarasyonu, Doğu Batı Arasında İslam, Tarihe Tanıklığım, Özgürlüğe Kaçışım, Geleceği Yenilemek, Konuşmalar onun bu anlamdaki kitaplarından bazılarıdır. Bütün kitapları; din, insanlık, siyaset, özgürlük, barış, demokrasi, İslam ve Batı medeniyetine ilişkin derin analizlerle doludur. Biz bu yazıda onun İslam’ı ve Batı’yı ne kadar iyi tanıdığına biraz değinmek istiyoruz.
Aliya İzzetbegoviç’in İslam ve Batı medeniyeti üzerine yaptığı analizlerin derinliğinde, isabetinde analiz ya hiç yapılmamış ya da çok az yapılabilmiştir.
Aliya İzzetbegoviç, 1997 yılında Tahran’da yapılan İslam Konferansı Örgütü toplantısında yaptığı ve kitaplarına da alınmış şu konuşma bizim bu tezimize çok iyi bir örnektir:
“Çok açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların yardımı olmaz, ama acı gerçekler bir ilaç olabilir. Batı çöküntü içinde ya da dejenere olmuş değil. Kendi kendini kandıran komünizmin “çürümüş Batı” propagandası, bunu acı bir şekilde ödedi. Batı, çürümüş değil; güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. Batı’da insan haklarının düzeyi yüksek ve fakirler ile sakatlara toplumsal yardım iyi örgütlenmiş durumda. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Onların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. İslam en iyisi, ama biz en iyisi değiliz. Bunlar iki farklı şey ve biz her zaman onları karıştırıyoruz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kur’an bize bunu, yani ‘hayırlı işlerde yarışmayı’ emretmiyor mu?”
Aliya İzzetbegoviç’e göre dinlerin ve özel olarak da Müslümanlığın insanlığa, ahlaka, iyiliğe, dürüstlüğe dair talimatları sözle, nutukla, retorikle değil; yaşayarak temsil edilir. Ortalıkta böyle bir temsil olmadığı için, “İslam en iyi, ama biz en iyi değiliz!” demiştir. Kendisinden önce, geçen yüzyılın ilk yarısında Pakistanlı bilge Muhammed İkbal de, “Eğer biz İslam’ın bir üstün değerler sistemi olduğunu söylüyorsak kendimizin Müslüman olmadığını söylemek zorundayız!” diye benzer bir tespitte bulunmuştu.
Her iki bilgeye göre de Batı kof bir medeniyet değil; yüzyılların acılarıyla, çileleriyle, tecrübeleriyle şekil almış dolu bir medeniyettir. İslam adına bu medeniyetle asla lafla rekabet edilemez. İslam’ın insanlığa sunduğu evrensel değerler ancak yaşayarak rekabet edilir ve tüm insanlığın daha parlak geleceklere kavuşması da ancak böyle mümkün olur.