Bilgay Duman - bilgay.duman@gmail.com Irak’ta 10 Ekim 2021’de yapılan parlamento seçimlerinin ardından ortaya çıkan tartışmalı süreç devam ediyor. Bu tartışmanın temel sebebi, İran yanlısı olarak bilinen grupların seçim sonrası süreci ortak yönetebilmek için oluşturdukları ve Şii Koordinasyon Çerçevesi (Shia Coordination Framework) diye adlandırılan yapının aldığı pozisyon. Bu yapı içerisinde iki ana aktör var: İlki İran’a yakın Şii milis grupların siyasi organizasyonlarının bir araya gelmesi ile oluşturulan ve öncülüğünü Bedir Örgütü lideri Hadi el-Amiri’nin üstlendiği Fetih Koalisyonu. Diğeri ise İran’la en iyi ilişkilere sahip başbakan olarak bilinen ve Irak’ta iki dönem başbakanlık yapmış olan Nuri el-Maliki’nin liderliğindeki Kanun Devlet Koalisyonu.
Söz konusu koordinasyon grubu, önce seçim sonuçlarına itiraz etti. Zira 2018 seçimlerinde 47 milletvekili ile en fazla sandalyeye sahip olan ikinci siyasi grup olan Fetih Koalisyonu, 2021 seçimlerinde sandalyelerinin neredeyse üçte ikisini kaybetti. Bu kaybın yanı sıra İran’la daha dengeli bir ilişki kurmaya çalışan Şii lider Mukteda es-Sadr ise, 73 sandalye ile seçimlerin tartışmasız galibi olmuştu. Sadr’ın, parlamentoya giren tüm grupların yer aldığı ve “ulusal birlik hükümeti” olarak adlandırılan yapı yerine, “ulusal çoğunluk hükümeti” diye ifade ettiği ve Irak’ın tüm toplumlarını temsil eden siyasi organizasyonlardan bir kısmının yer alacağı bir hükümet kurma yönündeki ısrarı da, itiraz sürecinin tetikleyicisi oldu.
Nitekim seçim sonuçlarına itirazdan sonuç alamayan Şii Koordinasyon Çerçevesi, 9 Ocak’taki parlamentonun ilk oturumuna da katılmadı. Ayrıca ilk oturumda yapılan oylamayla parlamento başkanı ve iki yardımcısının seçilmesine de itiraz etti. Parlamento başkanı ve iki yardımcısının görev yapması, Irak Federal Yüksek Mahkemesi’nce (IFYM) “geçici süre”yle durdurulsa da, incelemeler sonucu itiraz reddedildi. Böylece İran yanlısı gruplar ikinci maçı da kaybetti.
Zamanın ruhu
Öte yandan ABD işgalinden bu yana Irak, ABD ile İran arasındaki mücadelenin oyun sahası haline geldi. Bunun sonucunda Irak, istikrarsız, etnik ve mezhepsel çatışma dinamiklerinin ortaya çıktığı, devlet kurumsallaşmasının oluşmadığı, temel kamu hizmetlerinin dahi sağlanamadığı, terörün eksik olmadığı bir ülke haline geldi.
Nitekim 2019’da yaşanan protesto gösterileri, bu birikimin bir patlama noktası oldu. Protestoların büyük bölümü Bağdat’ın yanı sıra Şiilerin yoğun olarak yaşadığı Nasıriye, Necef, Kerbela, Basra gibi vilayetlerde gerçekleşti. Söz konusu protestolarda İran’a karşı büyük bir tepki vardı. İran’ın diplomatik temsilcilikleri, İran’a yakın Şii gruplara ait binalar taşlandı, saldırıya uğradı, yakıldı. “İran dışarı”, “egemenlik”, “özgürlük” gibi sloganlar atıldı. Iraklı gençlerin yürüttüğü protestolar sonucu Irak’ta ilk kez bir başbakan istifa etmek zorunda kaldı ve ülke erken seçimlere gitti. Bu, değişim isteğinin en açık göstergesi oldu. Zira ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ını 25 yaş altı nüfus oluşturuyor. 35 yaş altı nüfus ise yaklaşık yüzde 75.
Bu genç ve dinamik nüfusun algıları tamamen farklı. Küresel gelişmelerle entegre ancak ne İran ne de İran’a yakın gruplar bunu anlayabilmiş görünmüyor. Zira İran ve İran’a yakın gruplar, zamanın ruhuna aykırı davranıyor. Diğer taraftan Sadr, bu trendi yakalamış gibi.
“Ne Doğu, ne Batı”
Sadr, parlamento başkanlığı seçimlerine itirazın IFYM tarafından kabul edilmemesi sonrası yaptığı açıklamada, adeta İran yanlısı grupları kendi silahlarıyla vurdu. Ayetullah Humeyni öncülüğünde 1979’da gerçekleştirilen İran İslam Devrimi’nin meşhur sloganı olan “Ne Doğu, ne Batı: İslam Cumhuriyeti” söylemini karşı söyleme çevirerek, “Ne Doğu, ne Batı: ulusal çoğunluk hükümeti” ifadesini kullandı. Bu açıklama İran’a güçlü bir mesaj niteliği taşıyor. Nitekim bir süredir İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani, Şii grupları bir araya getirmek için Irak’ı ziyaret ediyor. Ancak bugüne kadar bu süreçte başarılı olabilmiş değil. Başarı şansı da giderek azalıyor gibi.
Azalan İran etkisi
İran ise kendi ektiği istikrarsızlık tohumlarını topluyor. Ortadoğu politikasında Irak’ı bir harekat üssüne çeviren İran’ın, bu ülkedeki etki ve popülaritesi zayıflıyor. İsmail Kaani de 2020’nin Ocak ayında ABD’nin Bağdat’taki saldırısı sonucu hayatını kaybeden Kudüs Gücü’nün eski komutanı Kasım Süleymani kadar etkili ve karizmatik bir figür değil. Ayrıca yıllarca Kasım Süleymani’nin İran’ın batısındaki ülkelere doğru yürüttüğü politikada tek hakim güç olması, İran adına alanda etkili başka bir figürün ortaya çıkmasını da engelledi. Kaani’nin daha çok Afganistan, Pakistan, Orta Asya hattında etki ağı kurduğu biliniyor ve bu nedenle Kasım Süleymani’nin kurduğu güçlü ilişkileri de oturtamadı.
Öte yandan Ortadoğu’da da yeni bir süreç yaşanıyor. İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasında Abraham Anlaşmaları ile başlayan normalleşme süreci, sorunlu ilişkilere sahip diğer ülkeler arasındaki ilişkilere de yansıdı. Irak da, bu treni yakalamak istiyor. 2019’daki protestolardan sonra Mustafa el-Kazımi başbakanlığında kurulan geçici hükümetin attığı diyalog adımları bu isteğin bir göstergesiydi.
Bütün iç problemlerine rağmen Irak, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da katıldığı, Ağustos 2021’de Bağdat’ta “Ortaklık ve İşbirliği Konferansı”na ev sahipliği yaparak, sorunlu ilişkilere sahip BAE, Katar, Suudi Arabistan, İran gibi ülkelerin temsilcilerinin bir araya gelmesini sağladı. Söz konusu konferansta ikili görüşmeler de yürütüldü. Irak, bu sürecin ortaya çıkarttığı olumlu havanın ve potansiyelinin farkında. Herşeye rağmen İran’ın Irak’ta attığı adımlar bu olumlu süreci baltalıyor. Ancak İran’ın üzerinde durduğu dalı baltaladığının ne kadar farkında olduğu bir soru işareti.