Bülent Akarcalı
Göç, mülteci, göçmen, sığınmacı... Bu kelimeler, önümüzdeki dönemde ve uzunca süre sık sık kullanacağımız, okuyacağımız ve duyacağımız sözlüklerin başında gelecektir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği rakamlarına göre şu anda Türkiye’de, yaklaşık 3.6 milyon kayıtlı Suriyeli mültecinin yanı sıra 320.000 kadar diğer uyruklardan oluşan mülteci var.
Buna ek olarak İçişleri Bakanlığına bağlı Göç İdaresi verileri yaklaşık 1.167.000 resmi ikamet belgesine sahip yabancının ülkemizde oturduğunu belirtiyor. Bu rakam ülkemizde eğitim gören öğrencileri, iş adamlarını, ev satın almış olanları, Antalya-Alanya-Kaş-Kalkan-Fethiye-Didim gibi yerlerde turistik amaçlı yaşayanları, vs. kapsıyor. Bu kişiler genelde Türkiye’ye yük olmayan hatta tam tersine para bırakan kişiler diye tanımlanabilir. 604.000 İstanbul’da, 115.000 Antalya, 105.000 Ankara’da. Ancak bu grubun 2017’de 461.000 olduğunu düşünürsek 3.5 yılda 2.5 misli (%250) bir artışın dikkat çekici olduğu görülür.
Bu rakamlara eklenebilecek, resmi istatistikler dışında kalan kayıtsız ciddi bir kitle olduğu muhakkak. Tüm bunların yarattığı sorunların tartışılmasının ülkemiz gündeminde ağırlıklı yer almasını da doğal karşılamamız gerekir.
‘Erkek ağırlıklı grup’
Özalp Birol, İstanbul Kültür ve Sanat çevrelerinin iyi tanıdığı uygar, demokrat ve düşüncelerinde son derece dengeli bir arkadaştır. Kendisinin sığınmacılar hakkında yaptığı gözlemlere burada yer vermek istiyorum: “Bayramı İstanbul’da geçiriyorum. Her gün Kadıköy sahilinde yürüyüşe çıkıyorum. Fenerbahçe’den Bostancı’ya, özellikle Afganistanlı, Suriyeli ve ‘erkek ağırlıklı’ gruplar her yeri kaplamış durumda…”
Adeta bir ‘işgal’
Türkçe konuşan insanlar, inanın, gördüklerimin belki de %10’u… Bu sözcüğü kullanmak istemiyorum ama adeta bir ‘işgal’ söz konusu… Dünyadaki savaş, açlık gibi olumsuz gelişmeler nedeniyle, milyonlarca insan Türkiye’ye giriyor... Gördüklerimin içinde edebiyle oturan insanlar da var, sahildeki parklara don paça yayılarak nargile keyfi yapan, çekirdek çitleyip öbek öbek kabuk bırakan (ki bu yalnızca onlara mahsus değil), şımarık, küstah bakışlarla, sahilde salınarak dolaşan Kadıköylü kadınları yiyecekmiş gibi süzenler de…
Göztepe Parkı’nda da dolaştım, meydanda donuyla, çarşafıyla fıskiyelerin altında serinlemeye çalışan, sahildeki gibi yüzlerce yabancı insan gördüm… Anladığım, Bakırköy, Ataköy, Avcılar gibi sahil yerleşimlerinde de durum böyle… Aslında Türkiye’nin birçok ilinde durum böyle…
Gerçek şu ki, Türkiye, özellikle İstanbul, bu insanlar için cennet… Boşuna beklemeyelim, buraların tadını alan bu insanlar, özellikle gençler, bir daha ülkelerine dönmeyecektir... Gelenlerin bir bölümü, özellikle Suriye’den gelenler, istenmediklerine dair bir tepkiyle karşılaştıklarında, ‘Biz Osmanlıyız, burası bizim, siz Kemalistler (onları istemeyenleri Kemalist olarak nitelendiriyorlar nedense… Belli ki birileri öyle demiş onlara...) gidin buradan’ diyecek kadar densizleşebiliyorlar…
Bu insanların, insanca yaşamak adına ve haklı olarak, hak talepleri olacaktır. Bu göçün insani ve hukuki boyutları çok önemli… Daha da önemlisi, güvenlik… Şu an aldığımız göç sürecinde ülkemize giren erkek ağırlıklı bu nüfusun içinde, doğrudan ya da başkaları tarafından kullanılarak, güvenlik sorunu yaratacak belli grupların olacağı muhakkaktır…
Öyle ya da böyle, artık bu insanlarla birlikte yaşamak durumundayız. Bu noktada şunu anlamamız lâzım, hangi siyasi görüşe sahip olursak olalım, bu durum, hepimiz için ve Türkiye’nin geleceği için büyük önem arz eden, kaçınılmaz bir durumdur ve gelinen bu noktada bu sürecin yalnızca Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ile yönetilmesi mümkün değildir. Acilen, bir Göç Bakanlığı kurulması, iktidarın ve muhalefetin Türkiye’nin geleceği için el ele vererek, özellikle bu konuda, samimiyetle çalışması lâzımdır. Çok zor, biliyorum, ama bu insanların kayıt altına alınması, yerleşimlerinin ve geleceklerinin plânlanması şarttır. Bu yapılmazsa ve genç göçmen nüfusa eğitim ve iş imkânları sağlanmazsa, kısa süre içinde, cennet ülkemizin ve İstanbul başta olmak üzere, büyük şehirlerimizin, terör ve mafya eliyle cehenneme dönüşebileceğini unutmayalım. Mevcut sorunlarımıza ek olarak bir de bu paketi aldık, artık zarlar atılmış ve Rubikon geçilmiştir, ‘sağduyulu’ olalım ve bundan sonra ne yapabileceğimize bakalım değerli dostlar…
Tanımlar
Başlıkta kullandığım, göçmen, mülteci, sığınmacı tanımları büyük bir kitlenin alt gruplarını temsil ediyor. Peki tam anlamları nedir?
Mülteci: Ülkesinde siyasi, etnik, dini, fikri baskı altında yaşadığına inanıp başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından ‘kabul’ edilen kişidir.
Sığınmacı: Belirtilen nedenlerden dolayı ülkesini terk eden ve talebi, sığındığı ülke tarafından ‘soruşturma’ safhasında olan kişidir.
Göçmen: Ülkesini gönüllü olarak terk ederek ve başka bir ülkeye, o ülke’nin bilgi, izni hatta teşviki (ABD’nin Yeşil Kart uygulaması) ile yerleşen kişidir.
Kaçak göçmen: Gittiği ülkeye kaçak girip, o ülkede kaçak yaşayandır. Yakalandıklarında sınır dışı edilebilir ve ülkelerine teslim edilirler.
Kalıcı çözüm şart
Aslında her tanımın kendi içerisinde ayrı ayrı tanımları vardır. İnternette bunları bulabilirsiniz. Bu arada adını dahi duymadığımız çok sayıda dernek ve kurum şu veya bu sebeple ülkesini, ailesini terk etmek zorunda kalmış bu insanlarla ciddi hizmet vermektedir. Belediyelerimizin verdiği hizmetlerin de çok kapsamlı olduğunu belirtmek gerekir.
Özetle nüfusuna ve milli gelirine en yüksek sayıda mülteci barındıran ve harcama yapan ülke ve millet olarak vicdanımız gerçekten rahat olmalıdır. En azından şu anda daha iyisi yapan ülke yoktur.
Ancak bu durumun böyle devam etmesi maddi, manevi ve sosyal açıdan mümkün değildir. Üstüne hızla, azimle ve iradeyle gidip adil ve kalıcı çözümler üretilmemesi ülkemiz siyasi yapısını dahi zorlar.
Ne yapabiliriz?
İhtiyaç duyulan en insani ve gerçekçi çözüm zincirini üretecek bilgi-birikim ve deneyime sahibiz.
İçişleri Bakanlığına bağlı Göç İdaresi ile Nüfus ve Vatandaşlık İşleri, Dışişleri Bakanlığı (Türkiye’nin yukardaki tanımlar çerçevesinde imzaladığı 10 kadar Uluslararası Sözleşme vardır), Üniversitelerimiz (yalnız son bir hafta içerisinde TV açık oturumlarda yer alan akademisyenlerimizin konuya ayrıntılı biçimde hakim olduklarını gördük), yıllardır mültecilere yardım elini uzatan dernek, vakıf ve diğer kuruluşlar, çözüm zincirini oluşturacak niteliklere sahiptir. Nihai ve siyasi kararın oluşmasında TBMM önemli rolünü oynayıp gerekeni yapacak iradeye sahip olduğunu gösterecektir.
Esas olan tüm bu kuruluşları koordine edip harekete geçirecek bürokratik yapıyı oluşturmak görev ve yetkilerini belirlemektir. Bu konuda yapılacak çalışmalar tek çatı altında tam yetkiyle hareket edecek özel bir yapılaşma gerektirir.