İsmail Özcan - Eğitimci / Yazar Son yıllarda dünyada birçok ülke sık aralıklarla çok tahripkâr doğal afetlerle karşı karşıya kalıyor. Seller, depremler, fırtınalar, orman yangınları, yanardağ patlamaları vb. herhangi bir kıtanın herhangi bir ülkesinde bazı bölgelere ve oralarda yaşayan insanlara onulmaz boyutlarda can ve mal kayıpları verdiriyor. Derin acılar yaşatıyor. İnsanoğlu, erişmiş olduğu uygarlık düzeyine rağmen bu yıkıcı doğal afetler karşısında aciz, çaresiz kalıyor.
Doğa; bilim insanlarının bilhassa son elli yıldan bu yana doğayla inatlaşmamak; onun sunduğu ve sınırlı olduğu bilinen kaynaklarından ılımlı ve ölçülü şekilde yararlanmak konusundaki uyarılarına aldırmayarak yaşanmasını affetmiyor. Yeryüzünde yaşamayı olanaksız kılacak zorluklar çıkarıyor. Günümüzde başta kendi ülkemiz olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde bunun korkunç örneklerine tanık oluyoruz. Bireyler, toplumlar, ülkeler ise yapılan uyarıların tersine bencilce, bindiği dalı kesercesine doğanın lütfu olan olanakları yağmalamaya devam ediyorlar.
İnsan ve diğer canlıların yaşamı için olmazsa olmaz iki elemandan, iki nimetten biri hava, diğeri de sudur. Artık net olarak biliyoruz ki güneş sisteminde bu iki elemana sahip tek gezegen yerküredir. Yerküre iki elemana da yeteri kadar, yani tüm canlıların ihtiyaçlarını karşılayacak kadar sahiptir. Canlıların bu iki elemandan sorunsuz yararlanmaları insanların doğanın kurallarına uyarak yaşamaları koşuluyla mümkündür.
Doğa, geçmiş yüzyıllarda seyrek olarak kendisine dışarıdan olumsuz bir müdahale olmadan da felaketler yaşatmıştır. Fakat 20. ve 21. yüzyılda çok sık arayla ve çok yıkıcı etkiyle ortaya çıkan doğal felaketler büyük ölçüde insan elinden kaynaklanmaktadır. Zaman ilerledikçe ve uygarlaşma arttıkça daha ılımlı, daha ölçülü, daha az bencil olması gereken insanoğlu tam tersine daha hırslı, daha bencil ve daha doyumsuz davranmayı seçmiştir. Bu durum onun doğaya insafsız, acımasız, tahripkâr yaklaşmasına, yani doğaya aykırı yaşamasına sebep olmuştur.
Uzun zamandır bilinmekle beraber günümüzde çok açık seçik anlaşılmış bulunmaktadır ki üzerinde yaşadığımız Dünyada/yerkürede inanılmaz hassaslıkta bir denge bulunmaktadır. O kadar ki, gezegenimizin bir ucunda bir kelebek kanat çırpsa diğer ucunda bu bir fırtınaya sebep olabilmektedir. Yerküre belirli bir sıcaklığa sahiptir. Bunun 0.5 derece, yani yarım derece yükselmesi bile sıcaklığa dayalı dengeleri alt üst etmektedir. Bilim insanları 2050’de yerküredeki sıcaklığın 1.5 derece yükseleceğini öngörmektedirler. Bu inanılmaz bir orandır ve doğada birçok şeyin, mevsimlerin, yağmurların olumsuz etkilenmesi; kutuplardaki buzulların tümüyle erimesinin sonucu olarak denizlerin seviyesinin yükselmesi demektir.
Sıcaklığın bu oranda yükselmesinin baş etkeni ise atmosfere salınan sera gazıdır. Bunun da sebebi sınırsız, hesapsız, tedbirsiz endüstriyelleşmenin ortaya çıkardığı karbondioksittir. Bu da küresel ısınmaya ve küresel iklim değişikliğine yol açmaktadır. Bugün küresel ölçekte karşı karşıya kaldığımız yangınlar ve taşkınlar bu gelişmenin sonucudur.
Doğa, kendisinde var olan hassas dengeyi bozandan, o dengeye aykırı davranandan intikamını çok ağır şekilde almaktadır. Günümüz dünyasında yaşanan budur. Ülkemiz özelinde yaşanan felaketlerin dünya genelinde yaşananların bir parçası olduğunda şüphe yoktur. Evrensel iş birliği olmadıkça hiçbir ülkenin bu gidişatı değiştirme şansı yoktur.
Ancak yangın, sel, deprem gibi yıkıcı doğal afetler karşısında her ülkenin alabileceği benzer önlemler vardır. Hangi ülke akıl ve bilim yolunda davranır, ona göre gerekli önlemleri alırsa söz konusu felaketlerden en az zararla çıkar.
Bizim ülkemiz ne yazık ki akla ve bilime göre davranmakta, felaketlerden ders çıkarmakta en şanssız olandır. Çünkü insanımız yaşanmış onca felakete rağmen depreme karşı çürük binalarda oturmaktan; sel yataklarına konutlar, kamu binaları, sanayi tesisleri yapmaktan, bir yandan da doğaya elinden gelen
zararı vermekten bir türlü
vazgeçmemektedir.