Bülent Akarcalı / bulent@bulentakarcali.com
Geçmişte benzer toplantılara katılmış birisi olarak Brüksel NATO zirvesi ve liderler arası görüşmelerden çıkardığım en önemli sonuç, aramızda var olan anlaşmazlıklara rağmen AB ülkelerinin ve Başkan Biden’ın Türk heyetine, kendilerinden biriymiş gibi davranmaları ya da davranmayı öğrenmiş olmalarıdır. Şunu bilelim ki, ülkemiz siyasi ağırlık ve gücüyle Avrupa’nın ilk beş ülkesi içerisindedir.
Türkiye bu zirveden önce, yüksek düzeyde bir heyet göndererek Libya hakkında kararlılığını gösterirken, Cumhurbaşkanımızın Brüksel’den Azerbaycan’a gidip Karabağ ve Suşa ziyaretinin açıklanması da ayrı bir kararlılık mesajıdır.
Dışişleri Bakanımızın Fransız meslektaşını ziyaret ederek çok ciddi dostluk mesajı verdiğini de hatırlarsak, Libya ve Azerbaycan meselesinde Türkiye’ye haksız ve asılsız ithamlar yapmış Macron’un ve yapılan ikili temaslarda eski görüşlerini dile getirmemiş olması Türkiye’nin kazanımlarındandır. Fransa’nın girişte karantinanın kalkması da yumuşamayı hızlandırıcı bir karar olmuştur.
Bütün bunlar, AB içerisinde konumunu güçlendirerek NATO bünyesinde ağırlığını artıran bir Türkiye’yi, NATO’ya yeni bir ivme kazandırmak isteyen ABD’nin dikkatle değerlendireceği muhakkaktır.
Türkiye NATO’nun mihenk taşı
Türkiye’siz bir NATO’nun ne olacağını 14 Haziran günkü yazısında Hakkı Öcal dile getirdi. Kim ne derse desin Türkiye NATO’nun mihenk taşıdır. ABD- İngiltere-Almanya ile bu kurumun dört temel üyesinden biridir. Fransa dahil diğer tüm üyelerden biri ayrılsa mevcut temel sarsılmaz. 1966’da Fransa’nın NATO askeri kanadından ayrılmasının ciddi sorun yaratmamış olması bunun kanıtıdır. Kaldı ki o sırada ABD 10 askeri üssü, yüzlerce uçağı ve 50.000 askeriyle Fransız topraklarında hüküm sürüyordu.
Kazanan Belçika oldu. NATO karargâhı Brüksel’e taşındı. Üslerde başta Almanya olmak üzere diğer NATO üye ülkelerine. NATO’suz olunmayacağını anlayan Fransa 2009’da geri döndü.
Şimdiye kadar pek dile getirilmemiş bir husus da üyelerin NATO’ya katkılarının, ülkelerin taşıdıkları riske ters orantılı olması gerektiğidir. Az risk taşıyan ülke, kendisini savunan çok risk taşıyandan çok daha fazla maddi katkıda bulunmalıdır.
Küçük üye ülkelerin son derece mütevazı askeri katkıları varken, bir Türkiye’nin tek başına NATO güvenlik yapısına katkısı Portekiz, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Danimarka benzeri 10 ülkeden daha fazladır. Başka bir deyişle küçük ülkeler kendilerini koruyacak ülkelerin savunma harcamalarına katkıda bulunmalarıdır. Başkan Trump da AB’nin NATO katkılarının azlığında şikayet etmişti.
Rusya korkusu veya endişeleri gerçek ise, ABD ve AB’nin tam destek verecekleri bir Türkiye’nin, zaten ciddi ilişkiler kurduğu Rusya ile uzlaşma zemini oluşturabilecek imkana sahip bir ülke olduğunu anlamalarını bekleyebiliriz.
Kafkaslarda, Orta Doğu’da, Libya’da güçlü bir müttefik olarak Rusya ile denge kuracak Türkiye mi NATO’ya yararlıdır yoksa ambargolarla, yaptırımlarla zayıflatılmış olanı mı?
Belçika’nın başkenti Brüksel’de 14 Haziran’da gerçekleştirilen NATO Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da aralarında bulunduğu liderler aile fotoğrafı çektirdi.
NATO’nun da sorunu
Güçlü NATO derken, ABD, Kanada, Fransa gibi ülkelerin bir avuç diasporaya esir olmalarındaki çelişkiyi ortaya koymakta bizim vazifemiz olmalıdır. Türkiye’nin savunma gücünü olumsuz etkileyecek kısıtlamalara önce NATO karşı çıkmalıdır.
Birleşmiş Milletler’in, 1993’de tam 4 ayrı oturumda Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu ve Ermenistan’ın işgale son vermesini belirten kararlarına rağmen, Kanada’nın bir avuç fanatik, Asala bozuntusun şantajına boyun eğerek Türk Siha’larına takılan optik teçhizat ihracatını durdurması, bizim olduğu kadar NATO’nun da sorunu olmalıdır. Her ne kadar ambargolar savunma sanayimizin büyümesine yarıyorsa da, bu tip yaptırım ve kısıtlamaya cüret etmelerini itibar açısından önlememiz şarttır.
Yeni ve güçlü bir NATO istiyorsa, Başkan Biden’ın Filistin ve İsrail iki ayrı Devlet olmalı derken, tam karşı kıyıdaki Kıbrıs’ta tek devlette ısrar etmenin anlamsız olduğunu, YPG/PYG’ye yoğun silah yardımı yaparken Türk askeri Libya’dan çekilsin demenin, Basra Körfezi’ne savaş gemileri gönderip ben de varım derken, Türkiye’nin Akdeniz’e çıkışının avuç içi büyüklüğündeki Meis adası tarafından engellenemeyeceğini de anlamaya başlayacağını da ummak istiyoruz.
Bir yandan güçlü NATO hedeflenirken, öbür yandan savunma sanayini güçlendiren Türkiye’nin yüksek teknolojiye dayalı silah ve donanımlarını kendilerine yönelik tehdit gören kimi ülke ve devlet adamlarına da bu tutumlarının mantıksızlığını anlatmalıyız. Güçlü Türkiye’den ancak, ülkemiz üzerinde gizli ve kirli emelleri olanlar rahatsız olabilirler.
Türkiye’nin esas gücü, sahip olduğu askeri donanım ve ordusunun disiplin ve cengaverliği kadar son teknolojik silah, araç ve gereçleri en etkin biçimde kullanma becerisidir. Bu güçten rahatsız olanların çarpıklığına somut örneği “Özay Şendir Batı’nın yeni kaygısı: Kargu” yazısıyla verdi.
Türkiye’nin başarıları
Zafer Şahin 15 haziran tarihli Milliyet’te, ülkemizi zayıf gören veya gösterenlere karşı kaleme aldığı kinayeli başlıklı “Zayıf Türkiye’yi Tanıyalım!” yazısında; 2016’dan itibaren Suriye’de Fırat Kalkanı Harekâtı’yla başlayıp, Doğu Akdeniz’de, Libya ve Azerbaycan’da başardıklarımızı sıralıyordu.
Bu vesileyle belirtmek isterim, bugün Türk basınında ülkemizin dış politika ve ilişkilerini, köşe yazarları, muhabirleri ve haberciliğiyle en ayrıntılı içeriklerle okurlarına aktaran açık arayla öncü olan bir numaralı gazete Milliyet’tir. Öyle ki gazeteyi günlük okumak yetmiyor, saklayıp tekrar tekrar okumak gerek.