Bugün son zamanlarda çıkan bilimsel yayınları inceleyeceğiz. COVID-19 daha az ölümcül bir virüse mi dönüşüyor? Yeni çalışmalardan daha sağlıklı bir yaşam için neler öğrenebiliriz? Dilerseniz başlayalım...
Salgının global seyrine bakıldığında vaka sayısında ciddi bir artış gözleniyor, ama istatistiklere göre hastalık yüzünden hayatını kaybedenlerin sayısı aynı oranda artmıyor.
Genel görüş bu tabloda pek çok faktörün yol oynadığı yolunda... Peki bu görüşler neler?
Sosyal yaşam yeniden start verince, doğal olarak vakalarda da artış oldu. Ama vakalar en çok genç nüfus arasında arttığı için ölüm oranları aynı oranda yükselmedi.
Normalleşme süreciyle birlikte hem vaka sayıları arttı hem de daha çok test yapıldığı için daha fazla vaka tespit edilebiliyor. Hastanelerdeki yoğunluk azaldığı için de hastalar ihtiyaç duydukları bakımı alabiliyorlar. Bu yüzden de hayatını kaybedenlerin sayısı vaka sayısıyla aynı oranda artmıyor. (Alınan önlemler sayesinde bu durum ülkemizde yaşanmadı, ancak global platformda vaka ve ölüm oranlarındaki istatistikler bu şekilde yorumlanıyor.)
Şu anki tabloda yukarıdaki teorilerin hepsinin birden etkili olmuş olması muhtemel. (1)
Ancak geçtiğimiz hafta Cell dergisinde yayımlanan bir çalışma istatistiklere yeni bir yorum, yeni bir bakış açısı getiriyor...
Yeni bir varyant
Cell dergisinde çıkan çalışmaya göre, virüsteki bu değişim COVID-19’un genomundaki D614G varyantına bağlanıyor. (2)
Araştırmayı yürüten bilim insanları bu varyantın ilk olarak nisan ayının başları gibi görüldüğünü belirtiyorlar. Ve o günden bugüne virüsün D614G olarak adlandırılan mutasyonunun eriştiği her ülkede, her bölgede kısa sürede dominant olan form haline geldiğini de ekliyorlar.
Daha önceki yazılarımızda virüslerin doğaları gereği devamlı mutasyona uğradığını, bunların pek çoğunun hastalığın seyrini etkilemediğini, bu yüzden ilgi alanımıza girmediğini yazmıştım.
Peki bu yayında sözü edilen değişim ne ifade ediyor, neden onlarca, yüzlerce mutasyon arasından sıyrılıyor? Laboratuvar ortamında yapılan çalışmalara göre D614G varyantının bulaşıcılığı çok daha fazla. Yani insandan insana çok daha kolay ve çok daha çabuk geçiyor. Ama bahsettiğimiz korkutucu farklılık son derece olumlu bir değişimle birlikte geliyor; virüsün bu yeni formunun hücreye girmesi eskisine kıyasla çok daha zor. Çalışmayı yürüten bilim insanları laboratuvar ortamında elde ettikleri sonuçların istatistiklerle de desteklendiğini not düşmüşler.
Kıssadan hisse
Yeni çıkan bilimsel yayınları incelemeye devam ediyoruz. Şimdi üç yayından bahsedeceğim. Umarım her biri korona günlerinde ve her daim daha sağlıklı bir yaşam sürmeniz için vesile olur.
1. Esas suçlu kolesterol değil şeker: Sık sık kolesterol zengini beslenin, ciğer yiyin, yumurtayı, halis tereyağını sofranızdan eksik etmeyin diyorum. Neden? Çünkü kolesterol olmadan sağlık olmaz, bağışıklık sistemi çöker. Bu bilgi pek çok bilimsel yayınla desteklense de, maalesef konvansiyonel tıbbın icraatında pek rağbet görmüyor. Kalp ve damar hastalıkları olanlara, kötü kolesterolü (LDL) yüksek olanlara etten, yumurtadan, sakatattan kaçınmaları, bu besinleri temkinli tüketmeleri tavsiye ediliyor. En prestijli bilimsel yayınlardan olan BMJ Evidence Based Medicine dergisinde yayımlanan yeni bir çalışma bu tavsiyelerin ardında hiçbir bilimsel dayanak olmadığı, esas suçlunun şeker olduğu sonucuna vardı. Bu, benzer bulgulara sahip ilk çalışma değil ama umarım son olur da seksen yıldır devam eden bu yanlıştan artık dönülür!
2. İşlenmiş yiyeceklerden uzak durmak için bir neden daha: Sırada titanyum dioksit ya da gıda endüstrisindeki kod ismiyle E171’in bağırsak florası üstündeki etkisini gösteren bilimsel bir yayın var. Tatlılara, sakız, şeker ve bazı içeceklere beyaz, opak bir renk vermek için kullanılan bu katkı maddesine ait partiküller bağırsaklardaki enflamasyonu tetikliyor ve sitokin fırtınasına neden oluyor. Bağırsak florasını tarumar eden bu katkı maddesi, işlenmiş yiyeceklerde kullanılan onlarca, hatta yüzlerce kimyasaldan sadece biri. Sağlıklı bir mikrobiyom, güçlü bir bağışıklık sistemi için hepsinden uzak durun.
3. Derin uykuda geçen süre kısaldıkça ömür de kısalıyor: Geçtiğimiz hafta, uykunun sağlıklı bir yaşam ve güçlü bir bağışıklık sistemi için ne kadar önemli olduğundan bahsettik. Yeni bir bilimsel yayın sadece ne kadar uyuduğunuzun değil derin uykuda (REM) geçirdiğiniz zamanın da ehemmiyetine vurgu yapıyor. 2600 kişinin uyku alışkanlıklarının 12 sene boyunca izlendiği çalışmaya göre, REM uykusundaki her %5’lik azalma tüm hastalıklara bağlı ölüm riskinde %13-%17 oranında bir artışa neden oluyor. Çalışmayı yürütenler sadece REM uykusunda geçirdiği süreye bakarak kişinin ne kadar yaşayacağının tahmin edilebileceğini not düşmüşler. Derin uykuyu sekteye uğratanların başında uyku ilaçları ve uyku apnesi geliyor. Sözün özü: Uyku sorunlarını mutlaka ciddiye alın. Varsa fazla kilolarınızı vererek, egzersiz yaparak daha kaliteli, daha şifalı bir uyku rutini geliştirin.
1 https://www.nytimes.com/2020/07/03/health/coronavirus-mortality-testing.html
2 “Tracking changes in SARS-CoV-2 Spike: evidence that D614G increases infectivity of the COVID-19 virus” B. Korber, W.M. Fischer, Cell, July 2, 2020
3 “Dietary Recommendations for Familial Hypercholesterolaemia: an Evidence-Free Zone” D. M. Diamond, A Alabdulgader, Michel de Lorgeril, BMJ Evidence-Based Medicine, 2020; bmjebm-2020-111412 DOI: 10.1136/bmjebm-2020-111412
4 “Foodborne Titanium Dioxide Nanoparticles Induce Stronger Adverse Effects in Obese Mice than NonObese Mice: Gut Microbiota Dysbiosis, Colonic Inflammation, and Proteome Alterations” X. Cao, Y. Han, Small, 2020; 2001858
5 “Association of Rapid Eye Movement Sleep With Mortality in Middle-aged and Older Adults” Leary E, JAMA Neurology, 2020 DOI: 10.1001/jamaneurol.2020.2108