Bizi zararlı mikroplardan koruyan mikroorganizmaların oluşturduğu sistemin en önemli destekçisi anne sütüdür.
Mikrobiyota, vücudu-muzda bizimle beraber yaşayan milyarlarca mantar, bakteri ve tek hücrelilerden oluşan mikroorganizmalar sistemidir. Toplam ağırlığı birkaç kiloyu bulabilen bu küçük canlılar vücudumuzun çeşitli bölgelerinde kolonileşmiş, sayıca çok fazla bir mikrop imparatorluğu gibidir. Bu mikrobiyotanın sahip olduğu genetik materyele de mikrobiyom adı verilir. Bu isimlerden ilk kez moleküler biyolog Joshua Lederberg ve mikrobiyolog eşi Esther Lederberg’in bakteri genetiği üzerinde yaptığı çalışmalarda bahsedilmiş ve 1958 yılında Joshua Lederberg’e 33 yaşında iken Nobel Tıp ödülünü kazandırmıştır.
Doğum şekli önemli
Mikrop kelimesi her ne kadar zararlı ve hastalık yapan anlamını çağrıştırsa da burada bahsettiğimiz mikroplar aslında bize dost olan ve düşündüğümüzün tam tersi olarak, bizi zararlı mikroplardan ve hastalıklardan koruyan türdendir. Kolonileştikleri yerler deri, idrar yolları, sindirim, solunum ve genital sistem olmak üzere vücudun değişik yerleridir. Yerleştikleri bölgenin doğal florasını oluşturup zarar vermeden yaşarlar. Örnek olarak hastalıktan şüphelenip boğaz kültürü yaptırdığımızda “Normal boğaz florası üredi” neticesini alırız. Doktorumuz ‘Endişe edecek bir şey yok’ der, antibiyotik ya da herhangi bir ilaç tedavisine gerek görmez. Çünkü kültürde üreyen mikrop beraber yaşadığımız bu zararsız mikroplardır. Bu mikroplar kolonisinin yani floranın çeşidi bulunduğu bölgeye göre farklılıklar gösterir. Aynı zamanda genetik özellikleri yani mikrobiyom, mikrobiyotanın miktarı ve çeşitleri de kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Bireye özgü kalıcı flora ilk üç yaşta oluşur. Gebelik sırasında anneden bebeğe bakteriler geçmeye başlar. Eğer normal doğum olursa doğum sırasında doğum kanalından da bu geçiş gerçekleşir. Anne sütü alan bebeklerde mikrobiyotadaki düzenli artış devam eder.
Normal doğum ve anne sütünün faydaları saymakla bitmez ama bir faydası da mikrobiyotayı zenginleştirmesidir.
Bu nedenle mikrobiyotanın oluşmasında özellikle doğum şekli çok önemlidir. Sezaryen yerine eğer tıbbi bir engel yoksa mutlaka normal doğum yapılmalıdır. Devamında anne sütü ile beslenme de mikrobiyotanın doğru şekilde gelişimi için son derece önemlidir. Aynı zamanda hamilelik boyunca ve emzirme döneminde annenin beslenme şekli, yakın çevre florası ve annenin bağırsak florası, ilk 3 yaş süresince bebeğin beslenme şekli de mikrobiyotanın gelişiminde rol oynayacaktır. Kişiden kişiye değişebilen bu özellikler nedeniyle gastrointestinal kanaldaki bakteriyel flora ya da diğer adıyla mikrobiyota da kişisel farklılar gösterir.
Anne sütü zenginleştiriyor
Mikrobiyotanın bir mikroplar topluluğu olduğunu bizimle beraber yaşadığını ve adı mikrop olmasına rağmen hastalık yapmadığını herhangi bir şekilde zararı olmadığını söyledik. Eğer öyleyse neden mikrobiyotaya bu kadar önem veriyoruz. Zararı yoksa az veya çok olmasının ne gibi bir farkı olabilir. Ondan eksik kalmamak için neden dikkat ediyoruz. İlle de normal doğum, ille de anne sütü diyoruz. Tabii normal doğum ve anne sütünün faydaları saymakla bitmez ama bir faydası da mikrobiyotayı zenginleştirmesidir. Koloniler halinde vücudumuza yerleşmiş ve yayılmış bu mikroplar imparatorluğu bize zarar vermemekle kalmaz, birçok bakımdan da faydası dokunur. Yerleştikleri bölgede bir bariyer oluşturarak diğer hastalık yapıcı mikropların oraya yerleşmesini engeller. Yani bizi düşman mikroplardan korur. En önemli etkisini de bağışıklık sistemimizde gösterir. Yani “Savunma Bakanlığımız”a büyük yardımı dokunur.
2007 yılında Palmer ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmada, anne sütü ile beslenen bebeklere göre mama ile beslenen bebeklerin gastrointestinal sistemindeki mikrobiyotanın zayıf olduğu ve bu bebeklerde çocukluk çağı astım ile alerjik rahatsızlıkların çok yüksek oranda görüldüğü gösterilmiştir. Everard ve arkadaşları 2014 yılında yayımladıkları makalede, sindirim sisteminin düzenli çalışmasının, bağışıklık sisteminin dengede olması, enerji döngüsünün sağlanması, lipid ve karbonhidrat metabolizması, beyin fonksiyonları, mutluluk, depresyona meyil gibi birçok fonksiyonu etkilediğini göstermişler. Sindirim sisteminin düzenli çalışması ise bağırsak mikrobiyotasının iyi durumda olmasına bağlıdır. Mikrobiyotanın faydalarından ve bozulduğunda ne gibi problemlerle karşılaşabileceğimizden sonraki yazımda bahsedeceğim.