Pek çoğunuzun merak ettiği sorulardan birine yanıt vermeye çalışacağım:
“Yakın zamanda kayıp yaşamış; örneğin sevdiği birini veya işini kaybetmiş ya da ayrılık yaşamış birine ne söylemeliyim?”
Çoğunuzun, kayıp yaşayan bir yakınınıza telefon açmaya veya ziyarete gitmeye korktuğunuzu, yanlış bir şey söylemekten çekindiğinizi, nasıl yardım edeceğinizden emin olamadığınızı biliyorum.
Yaşamda benzer bir deneyimi yaşayıp acı çeken pek çok kişi çıkmıştır karşımıza; çıkacaktır da. Böyle bir durumda o kişiye destek olmak, onun acısını az da olsa hafifletmek istiyor; ancak ne yapacağımızı veya ne söyleyeceğimizi bilmiyoruz. Acaba hangi sözcükler onu rahatlatır, hangi sözcükler acısını artırır? Nasıl davranmalı, hangi tepkileri vermeliyiz?
Her deneyim birbirinden farklı; her birey farklı kişilik özelliklerine sahip. Bu nedenle her durumda mutlaka işe yarayacak bir reçete veya formül elbette yok. Acı çeken insanların ihtiyacı olan şey, sizin insancıl yanınız aslında. Mükemmel sözü söyleyen bir makine gibi olmamıza gerek yok. Asıl anlamamız ve tepkilerimizi ayarlamamız gereken nokta, canı yanan birine destek olma ve onu biraz olsun rahatlatma isteği olmalı. Süreç belki zor ama aslında mesaj bu
Hangimiz duygusal bir yük taşımayız ki? Beraberinde korku, kaygı, suçluluk, utanç veya üzüntü getiren yükler. Hepimiz içimizde, küçük de olsa bir acı barındırırız; bir kayba, sevilmemeye, çaresizliğe işaret eden bir acı.
Deneyimlediğimiz travma verici yaşantılar, bizi derinden yaralar. Yaşamda bulduğumuz anlamı yitirebilir, çevremizin güvenilmez ve adaletsiz olduğuna inanmaya başlayabilir, kendimizi değersiz hissedebilir, öfke ve nefretle dolabilir ya da yaşama tamamen küsebiliriz. Başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurmakta güçlük çekebilir, amacımızı ve inançlarımızı kaybedebilir ya da kimlik karmaşasına düşebiliriz. Ancak aslında bu tablo, yaşadığımız zorlu ve acı verici deneyimlerin sadece bir yönünü yansıtıyor. Evet, travma verici deneyimler gerçekten derin, bazen de kalıcı yaralar açabilir. Fakat onlarla mücade etmek, bizi aynı zamanda büyümek için zorlayabilir ve bunun sonucunda yaşamda daha farklı amaç ve anlamlar bulabilir, güçlenip daha sağlam bir bireye dönüşebiliriz.
Travma sonrası büyüme dediğimiz şey, oldukça zorlayıcı yaşamsal krizlerle mücadele sonucunda ortaya çıkan pozitif değişime işaret eder. Acı, bizi olumlu yönde değiştirebilir. Çocuğunu kaybetmiş bazı
Kendi bakış açısından bir an olsun çıkıp dünyanın bir başkasına nasıl göründüğünü merak edip anlamaya çalışmak, insanın en çarpıcı özelliklerinden biri olsa gerek. Başkalarının çevresini nasıl algıladığı ve farklı durumlarda nasıl hissettiği üstünde düşünen ve bunu yaşamına katan insanlar, başkalarına yardım etmeye daha istekli ve daha eğilimli oluyor. Bu “bakış açısı” olarak adlandırabileceğimiz güç, aslında erdemli olmaya da yaklaştırıyor bizi.
Bir şeyleri bir başka kişinin bakış açısından görebilmek, onu insan yapan pek çok şeyi fark edebilmektir. En önemlisi de onun yaşamının sizinkinden daha değersiz olmadığını anlamaktır.
Bakış açısı geliştiremediğimiz zaman, pek çok soruna seyirci kalıyor ve hatta bu sorunların oluşumuna katkıda bulunuyoruz. Yerlere neden çöp atıyor, sırada bir başkasının önüne neden geçiyoruz? Bile bile randevularımıza neden geç gidiyor veya bir başka arabanın çıkışını engelleyecek şekilde onun önüne park edip gidiyoruz? Hepsi, bir bakıma başkalarının ne hissedeceği ve ne düşüneceğini hesaba katmadığımız, yani bakış açısını yeterince geliştiremediğimiz ya da kullanmadığımız için.
Bazılarımız bakış açısı geliştirmeye doğuştan daha yatkın, bazılarımızınsa biraz
Başarı, motivasyon, güçlü olma, hız… Modern dünyanın en sevilen, en revaçta kavramlarından. Çoğumuz küçüklüğümüzden itibaren, kendimize sert davranmanın ve hatta zaman zaman kendimizi cezalandırmanın daha iyi öğrenmek ve başarılı olabilmek için gerekli olduğu öğretisiyle büyüyoruz; iç huzur ve tatminin önemini pek kavrayamayarak.
Ben de çocukluğumdan beri başarı odaklı yaşamış biri olarak kendime sürekli hızlı olmayı, güçlü durmayı ve her zaman başarılı olmayı öğrettim. Hatalarımda kendimi hırpaladım; sık sık cezalandırdım. Hep yeniden ayağa kalktım; belki daha güçlü, daha yüksek motivasyonlu ama her defasında bedenen ve zihnen yıpranmış biri olarak. Üretmek, elde etmek, kazanmak, başarmak güzeldi; hala da vazgeçemediklerim bunlar. Ancak bunu yaparken, yanına başka bir şey koymayı uzun süre ihmal ettim: kendime şefkat göstermeyi.
Zaman zaman yavaşlamaktan ve kendimize iyi davranmaktan korkar olduk bu hızlı ve rekabetçi dünyada. Sürekli güçlü olma isteğiyle, bize köstek olacağını düşündüğümüz olumsuz hislerimizden kaçtık. İyi hissetmeyi ve kendimizi sarsmayı, başarının ve iyi yaşamın birer zorunluluğu olarak görmeye başladık. Kendimize yüklendikçe daha üretken, daha başarılı ve daha
Yaşamım boyunca sayısız plan yapmışımdır sanırım. Önceleri planlarımın kusursuz olması gerektiğini, onları uygulamak için mükemmel zamanı, mükemmel koşulları beklememin şart olduğunu düşünürdüm. Ancak zaman geçtikçe öyle bir şeyin mümkün olmadığını ve aslında buna gerek de olmadığını fark ettim.
Savaşlarda bile askeri planlar her ne kadar hayâti sonuçlar doğurabilecek, oldukça riskli ve önemli olsa da, savaşın gidişatına göre o planlarda dahi sürekli değişikliğe gidilebildiğini hatırlattım kendime. Yani hemen her planın baştan “kusurlu” olmasının mümkün olabileceğini anladım. Belki vardır ama ben şimdiye kadar önünü tüm netliğiyle görebildiğimiz, her şeyin tahmin edilebilir olduğu, az da olsa aksaklıkların çıkmadığı hiçbir plana şahit olmadım. Yaşamda bana çok şey katan bu farkındalıklar sayesinde ise “sürekli düşünme” durumundan “eylem” durumuna geçebilen, hareket ettikçe üreten, hedeflerine doğru yol alabilen biri olmayı başardım diyebilirim.
Çoğumuz planla ilgili olarak en önemlisinin “başlangıç “olduğunu düşünürüz, sanki planı uygulamaya başladıktan sonra bir şeyleri değiştirmemiz mümkün değilmiş gibi. Plandan sapmaktan korkuyoruz; küçük bir aksaklıkta bile telaşa
Sosyal medya ebeveynler için yeni bir hobi olanağı sunmaya başladı: “Çocuklarının fotoğraflarını, videolarını veya onların kişisel bilgilerini başkalarıyla paylaşmak”. Artık günümüzde ebeveynler, çocukları daha doğmadan fotoğraflarını paylaşarak onların ilk dijital parmak izlerini çıkartıyorlar. Daha yürümeye bile başlamamış çocukların şu an sosyal medyada onlarca, hatta yüzlerce fotoğrafı ve videosu var. Pek çok ülkede iki yaşından küçük çocukların sosyal medyada bir şekilde yer alma oranı %90’lara varıyor. Ebeveynler elbette çocuklarıyla yaşadıkları güzel deneyimleri, hissettikleri olumlu duyguları, bazen de çocuk yetştirme sürecinde yaşadıkları zorlukları tanıdıklarıyla paylaşmak istiyor. Sosyal medya da günümüzde bunu yapmak için en kolay ve pratik iletişim aracı. Bu nedenle onları anlamak mümkün.
Öte yandan bu durum Amerika, Avustralya ve İngiltere gibi pek çok gelişmiş ülkede ciddi bir tartışma konusu... Ebeveynlerin, çocukları ile ilgili bu tarz kişisel paylaşımları yapmaya hakkı var mı; yoksa bu, gizliliği ihlale mi girer? Şayet buna hakları varsa ne dereceye kadar var? Bu sorular hem uzmanların hem de ebeveynlerin kafalarını oldukça karıştırıyor. Hatta konu o kadar ilginç
Çocukluk dönemiyle karşılaştırıldığında, ergenlik dönemindeki çocukların pek çoğu yoğun, rahatsız edici, olumsuz duyguları ve anlık duygu değişimlerini deneyimlemeye daha açıktır. Elbette bazı ergenler duygularıyla daha iyi başa çıkarken, bazıları ise yoğun olumsuz duygular hissettiğinde ne yapacağını bilemez ve kontrolü kaybedebilir. Bu, ergenlerin kişilik özelliklerinden veya yetiştirilme şekillerinden etkilenebileceği gibi sahip oldukları bazı becerilerden de kaynaklanabilir. Kişilik özelliklerimizi değiştirmemiz zor olsa da “beceri” geliştirmek hemen hepimiz için mümkün.
Yoğun ve nispeten olumsuz duygular yaşadığımız zamanlarda kullandığımız ve duygularımızı daha yönetilir hale getirmemize yardımcı olan becerilere duygu düzenleme becerileri adı veriliyor. Ergenlik dönemindeki gelişimsel görevlerden birisi, güçlü duygular ile başa çıkmayı öğrenmektir. Eğer ergenlik döneminde bir çocuğunuz varsa ve duygularını düzenleme konusunda güçlük çektiğini gözlemliyorsanız, onunla nasıl bir iletişim kuracağınızı, nasıl tepki vereceğinizi bulmakta zorlanıyor olabilir ve zaman zaman çaresiz hissedebilirsiniz. Bu konuda ergenlere yardımcı olmak mümkün. Gelin önce duygu düzenleme becerilerinin