Deniz Kilislioğlu

Deniz Kilislioğlu

deniz.kilislioglu@ntv.com.tr

Tüm Yazıları

Bir süredir İngiltere’de gündeminin üst sıralarında göçmenler ve Ruanda krizi var. Birleşik Krallık’ın demokrasi geçmişi ve değerlerini de tartışmaya açan bir krizden bahsediyoruz. İngiltere dışında uluslararası kuruluşların yürüttüğü tartışma, ülkenin kendi içinde de ciddi bölünmeler yarattı. Dahası, uluslararası hukukçular, siyasetçiler, din adamları bu kriz yüzünden Boris Johnson hükümetini hedefe koydu. Tartışmanın özeti şu: 

İngiltere Başbakanı Boris Johnson geçtiğimiz günlerde ülkeye kaçak yollarla gelen sığınmacıları Orta Afrika ülkelerinden Ruanda’ya gönderme planını açıkladı. Bunun için hazırladığı bir planı da kamuoyuna duyurdu. Bu karara ve politikaya karşı çıkan insan hakları örgütleri, İngiltere Yüksek Mahkemesi’ne dava açtı. Ancak İngiliz Yüksek Mahkemesi, hükümetin arkasında durup “kafile yola çıkabilir” kararını verdi. Bu aşamada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devreye girdi ve kendisine yapılan bir başvuruyu karara bağlayarak, Ruanda’ya gönderilecek sığınmacıların uçuşunu son dakikada engelledi ve uçuş iptal edildi. Uçakta bir Iraklı, üç İranlı, bir Vietnamlı, bir de Arnavutluk vatandaşı vardı. (İlk listede geri gönderilecek 120’den fazla kişi vardı ancak alınan mahkeme kararlarıyla bu sayı 7’ye kadar düştü.) Tartışmaya bu aşamada İngiltere Kilisesi de dahil oldu. Kilise, Johnson’ın sığınmacılarla ilgili politikasının “ahlaki olmadığını” ve hatta “utanç verici” olduğunu savundu. 

Haberin Devamı

İngiliz hükümetinin Birleşmiş Milletler, Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından da eleştirildiği bir dönemde, Galler Prensi Charles’ın gelecek hafta Ruanda’ya gitmesi bekleniyor. Kraliyet Ailesi’nin bu süreçte ne düşündüğüne dair net bir açıklama yapılmadı ancak Prens Charles’ın özel sohbetlerinde hükümetin mülteci planının “korkunç” olduğunu söylediği iddia ediliyor. Bu yüzden Prens’in Ruanda’da vereceği mesajlar çok önemli olacak. 

Birleşik Krallık’ın sınavı

Para karşılığı ev sahipliği 

Orta Afrika’da yer alan üç milyon nüfuslu Ruanda, hali hazırda dünyanın farklı noktalarından gönderilen 127 bin sığınmacıyı topraklarında barındırıyor. Bu sığınmacıların neredeyse tamamını da kamplarda tutuyor. Ruanda, Nisan ayında İngiltere’yle varılan anlaşma kapsamında gelecek 5 yıl içinde 120 milyon Sterlin, yani yaklaşık 2.5 milyar TL alacak. Yani Ruanda bu işi yılda 500 milyon TL karşılığında yapıyor. 

Haberin Devamı

İngiltere sığınmacıların avukat, çevirmen gibi entegrasyon masraflarını da karşılamayı taahhüt ediyor. Bundan sonraki süreçte ülkeye gelenlerin sığınma statüsü elde etme talepleri Ruanda hükümeti tarafından değerlendirilecek. Bu sürenin yaklaşık üç yıl olacağı belirtiliyor. Sığınmacı statüsünü aldıktan sonra da 5 yıl ülkede oturma hakkına sahip oluyor. 5 yılın sonunda üçüncü bir ülkeye gidip gitmeme kararı sığınmacılara bırakılıyor ancak bu sığınmacıların Birleşik Krallık topraklarına dönmesi mümkün olmayacak. 

Birleşik Krallık’ın sınavı

Geçmişin izleri 

Ruanda benzer bir anlaşmayı geçmişte İsrail hükümetiyle de imzalamıştı. Yaklaşık 4 bin Afrikalı sığınmacı, 2014-2017 yılları arasında Ruanda’ya gönderilmiş ancak bunlar tamamına yakını birkaç ay içinde başka ülkelere göç etmek zorunda kalmıştı. 

Haberin Devamı

Geçmişin bu örneğinden yola çıkarak İngiltere’deki tartışma da, “Ruanda hükümeti göçmenlere kapılarını açıyor ancak ülke içinde ayrımcılık gibi politikalar uyguladığından, burası sığınmacılar için güvenli bir yer değil” söylemi üzerinden yürüyor. 

Taviz karşılığı barış mı ekonomi mi?

Ukrayna savaşı 24 Şubat’ta başladığında, Avrupalı hükümetler, Rusya’nın Ukrayna işgaline şiddetle karşı çıkmış, Avrupa halkları da Ukraynalıların direnişine şapka çıkarıp, onların yanında yer aldığını her fırsatta çeşitli sosyal medya mesajları üzerinden duyurmuştu. Ancak aradan geçen 4 ayda savaşın küresel ekonomi üzerindeki etkisiyle insanlar, bu savaşın sonucunu enflasyon olarak yaşamaya başladı. Bu durum fikirleri de, duruşları da değiştirdi. 

Belki Ukrayna’ya hala destek var ve Rusya’nın cezalandırılması isteyenler yine çoğunlukta ama savaşın bitmesini ve bunun için “Putin’e taviz verilmesi gerektiğini düşünenlerin” sayısı giderek artıyor. Berlin merkezli Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin (ECFR) raporunda ortaya konulan veriler de bunu destekliyor. 9 Avrupa Birliği ülkesi ve Birleşik Krallık’ta yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, katılımcıların yüzde 35’ barış istiyor ama burada önemli bir kırılım var... Nitekim “savaşın bitmesi için Putin’e taviz verilmesi” gerektiğine inananların oranı artıyor. İtalya’da her iki kişiden biri bu görüşte... Almanların yüzde 49’u, Fransızların yüzde 41’i bu fikri destekliyor. Avrupalıların en büyük endişesi ne mülteciler ne de Rus ordusunun kendilerine dönük bir saldırısı... En büyük kaygı, artan yaşam maliyetleri ve enerji fiyatları. 

Birleşik Krallık’ın sınavı

Avrupalıların en büyük kaygısı 

Yaşam maliyetlerinin ve petrol fiyatlarının artması: Yüzde 60 

Rusya’nın nükleer silah kullanma tehdidi: Yüzde 60 

Rusya’nın kimyasal silah kullanma tehdidi: Yüzde 48 

Benim ülkeme Rus askeri harekâtı tehdidi: Yüzde 42 

Ekonomik kriz/ iş kaybı korkusu: Yüzde 29 

Ülkeme Rusya’dan gelecek siber saldırı tehdidi: Yüzde 27 

Ukrayna’dan gelecek mülteciler: Yüzde 12 

Barış mı adalet mi?
(ECFR/Datapraxis ve YouGov verileri)
En kısa sürede barış isteyenler: Yüzde 35
Adalet isteyenler: Yüzde 22
(Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunan ve
Rusya’nın cezalandırmasını isteyenler)
Kararsız/Bilmiyorum: Yüzde 20
Diğer: Yüzde 23