Bağdat caddesinden Selamiçeşme’ye doğru giderken, akrobatik gösteriler yapan bisikletli bir gence rastladık.
Tek pedal üstünde ayağa kalkıyor; öteki ayağını yana, arkaya doğru uzatıyor; “gidon”u bırakıp 2 kolunu yana açıyor; selenin üstünde dümdüz yatmaya çalışıyordu.
* * *
Arabaların daracık aralarından, hızla motosikletlerin de geçtiği sıkışık bir trafikte; neden genç bir delikanlı, bisikletiyle cambazlık gösterileri yapmaya kalkıyordu?
* * *
Sarıyer’in üstünde, Zekeriyaköy’den Karadeniz’e doğru uzanan ormanlık tepelerdeki altın yaldızına benzer bir boya ile süslenmiş, sarayımsı villalar da; çift kişilik çok pahalı spor arabalar da, aşırı egzoz gürültüsüyle hız yapmaya kalkan bitirim erkekler de; TV ekranlarındaki tartışmalarda sürekli kavga çıkaranlar da; bisikletiyle akrobatik gösteriler yapan genci hatırlatmıyorlar mı?
* * *
Yüzlerce yıldan bu yana kuşaklar boyu sürmüş bir ezikliğin, ilgi ve itibar özlemi; bazen trafikteki tehlikeli bir gösterişte, bazen Batıcı bir görgüsüzlükte, bazen de politik bir farfaralık ve endazesiz bir övünmede fıskıyeleniyordu.
* * *
Kişisel ve toplumsal bir tatminsizliğin sivilceleri; çarpık bir yapılanmada da kendini gösteriyordu; hamasi babalanmalarda da; git gide keskinleşen kutuplaşmalarda da...
* * *
Bağdat caddesinden Selamiçeşme’ye doğru giderken; bisikletiyle cambazlıklar yapan genç delikanlı, hemen hepimizin bir özeti gibiydi.
* * *
Nasreddin Hoca’ya sormuşlar:
- Hoca sence, insanlar için referandumun sonuçları mı daha önemli; yoksa gerek trafikteki, gerek madenlerdeki, gerek tersanelerdeki, gerek su baskınlarındaki, gerek sıcak çatışmalardaki “ölüm-kalım” sorunları mı?
* * *
Hoca, gülümseyerek sakalını sıvazlamış:
- Referandumla ilgili uzun ötüşlü horozlar bile, sonunda yaşamanın ve fizyolojik bir rahatlığın değerine sığınmak zorunda kalacaklar, demiş.
- Nasıl yani Hoca?
- Referandum sonuçlarında aradıklarını bulamayanlar, bir iç çekişiyle:
- Ne yapalım sağlık olsun, diyecekler.
* * *
Ozan Prevert’in bir tek dizeden ibaret bir şiiri vardır.
Vaktiyle Oktay Rifat, o tek dizeyi şöyle çevirmişti Türkçeye:
Blaise Pascal adında biri, tatara titiri...
* * *
Sayıları 63’e çıkan siyasal partilerin adlarıyla, liderlerinin adlarını alt alta yazsak; daha altına da, mikrofonları seven sivil-asker bürokratların adlarını eklesek.
* * *
Bu listeye, Oktay Rifat’ın Prevert’ten çevirisi acaba şöyle yakıştırılamaz mıydı:
İşte hırslı tosunlarımızdan her biri, tatara titiri...
* * *
Vaktiyle Jules Cesar, büyük seferlerden İtalya’ya geri döndüğü zaman düzenlenen zafer törenlerinde, Romalılar bağırırmış:
- Ne aldığını biliyoruz Cesar, ne verdin?
* * *
Bizler ise, bizim Cesar’ların neler aldıklarını bilmiyoruz; neler verildiği ise ortada:
- Kırmızı bayraklı, bayraksız cenazeler...
* * *
Bektaşi Baba’sına:
- Neden her siyasi lider halka dayandığını söylüyor, diye sormuşlar.
* * *
Baba erenler de:
- Halk kendilerine dayanamadığı için, demiş.
* * *
Bir savcı, sokaklarda rezaletler çıkarmaktan gözaltına alınmış bir sanığı sorgularken, önündeki dosyayı karıştırıyor ve:
- Polisin yazdığı rapora göre sen, diyormuş; emekli bir militerin bahçesinde bahçıvanlık yapıyormuşsun. O gün öğleden sonra bahçeden ayrılmış, efendinle dargın olan komşuların arabalarını yakmışsın. Sonra da soyunup, bir don, bir gömlek kalmış ve yoldan geçen erkeklerin kıçına tekme, kadınlarınınkine de çimdik atmaya başlamışsın. Bütün bunlar doğru mu; nasıl açıklıyorsun bu yaptıklarını?
* * *
Sanık:
- Şayet onları yapmasaydım, demiş; büsbütün delirecek ve darbe yapmaya kalkacaktım.
* * *
Savcı açmış davayı ve uzun süren bir mahkeme sonunda aklanmış sanık; hem de şöyle bir gerekçeyle:
- İddianamede sıralanan suçlamalar, demokrasiyi kurtarmak için yapıldığından; sanığın beraatına karar verilmiştir.
* * *
Av. Taner Aktop’tan da bir fıkra:
2 akıl hastası, planlar yapmaya başlamışlar kaçmak için hastaneden.
* * *
Biri ötekine:
- Bak, diyormuş; eğer kapı yüksekse altından kaçarız; alçaksa, üstünden atlarız.
Öteki:
- Ah, demiş; o zaman kaçamayacağız...
- Neden?
- Kapı yok çünkü, anasını satayım...
* * *
Necati Cumalı’dan bir şiirle bitirelim yazıyı:
Yağmurlu deniz
Bırakın beni
Dışarda yağan yağmurlar alsın
Yanısıra yağan yağmurların
Kaldırımların dibinden dibinden
Mutludur denize doğru giden
O her gün oyuklarından yere iner
Yaprak yaprak merdiven bir ağacın
Biraz dudak boyar biraz taranır
Önünde içi yağmur dolu bir aynanın
Çıkar adımlarını yağmurlara bırakır
Açıklarda denizin üstünde yüzen
Yağmurlarlayım ben
Aşk yorgunu dinlenen