Kasım ikindisinin dönülmez akşamında, Boğaz Köprüsünden İstanbul sisli ve puslu görünüyordu.Nerimanı kırk yıl öncesinde tanımış kaç kişi kaldık ki Babıalide?..Adı solcuya çıktığı için, peşinden polisin ayrılmadığı, ufak tefek, usul, ılık bir genç kadındı.Uğradığı çaresizliklerin toplamını, neşesini çoktan yitirdiği küçük çizgili gülücük gölgelerinde görmezdiniz sadece; ayakkabılarının aşınmış ökçelerinde de görürdünüz...***O tarihlerde gazetelerde çok az kadın gazeteci çalışırdı. Onlar da kendi dönemlerinin aydın, dirençli ve çalışkan insanlarıydı. Sade haber değil, gerektiğinde uzun röportajlar, gerektiğinde fıkralar, gerektiğinde romanlar yazarlardı.Ve çok az para kazanırlardı.Biraz da Sabiha Sertelden yansıyan esintilerle, sol görüşlerin kıskaçlı mantığına koymuşlardı gönüllerini...İnanç ve görüşlerini bangır bangır bağırmazlar, ama yazılarının ilmiklerini henüz dile getirilmeye alışılmamış halk çıkarlarına göre dokurlardı.O yüzden de ne yazsalar, basılmadan önce patrona kadar uzanan denetimlerden geçer ve mutlaka ya birkaç cümleleri çıkartılır, ya üç beş sözcükleri rötuşa uğratılırdı.***Pahalılıkla yoksulluktan söz etmenin komünistlik sayıldığı yıllardı o yıllar. Gazete yönetimleri, bu tür yaklaşımların sütunlara sızmaması için gaddar bir katılık gösterirlerdi.Örneğin Vala Nureddinin her fıkrasını, önce gazetenin gizli sansürcüsü Hilali okur, domates fiyatlarındaki artışı eleştiren bir satırla da karşılaşınca:- Vala yine sokuşturmuş, diye mırıldanarak, çaktırmadan doğru patrona koşardı.Vala da bir kıyıdan durumu göz ucuyla izlerdi. Ve genellikle de yazısı dizgiye verilinceye kadar gitmemeyi yeğlerdi.***Kadın gazeteciler arasındaki solcuların durumu daha da zordu. Binbir sıkıntıyla buldukları işlerde, küçücük paralara büyük bir özveriyle ellerinden geleni yapmaya uğraşırken; birinci şube polisinin hışımlı bir uyarısı, ekmek kapılarının suratlarına kapanmasına neden olurdu.***Özellikle Tan gazetesinin yok edilmesinden sonra Suat Dervişin yaşamış olduğu cehennemler, Babıali tarihinin henüz röntgeni çekilmemiş ayrı bir yüzüdür.Neriman, Suat Dervişin yakın dostuydu.İlk demokrasi kıpırtılarıyla birlikte muhalefetin sözcüsü olarak Ankarada çıkmaya başlayan "Kuvvet" gazetesine ikisi beraber gelmişti.Demokrasiyle biraz soluk alacaklarını düşünüyorlardı.***Ama demokrasi, onları yine kendi çilelerinin gayyasında bırakarak, ayrı bir patikadan yürüyüp gidecek ve romanları yabancı dillere de çevrilmiş olan Suat Dervişe; yavaş yavaş ışığını yitiren gözlerini tedavi ettirmesi için, bir pasaport vermeyi çok görecekti. Ve Derviş Paşanın kızı Suat Hanım, telif - çeviri, doldurduğu binlerce sayfadan sonra, gözlerine dışarıda baktırma olanağı bulamadan bir avuç toprak olup sönecekti.***Neriman Hikmet de, tarifsiz kederler içinde, Konyada "Meram" gazetesine kapılanacak, kimsesiz yaşamının adsız kahramanlığını artık iyice aklaşmış saçları ve soluk gülücüğüyle oralarda yine dik tutmaya uğraşacaktı.***Bide kadın gazetecilerin tarihi henüz yazılmadı.Yazıldığı zaman, kadın kalemlerinin yaşamlarıyla birlikte nasıl çıtırdayıp gitmiş olduğu; görünmez bir gözyaşı anıtı olarak, yakıcı bir görkemle dikilecektir demokrasi tiyatromuzun şanosuna.***Kalemlere karşı oldum bittim anlaşılmaz bir kinin eziciliğini, kuşaktan kuşağa tefrikalaştırmışızdır.Hele o kalemleri tutanlar, bir de kadın eliyse...Nerimancık, ancak bizim yaştaki meslektaşların anlayabileceği, gölgeli gülücüğünün şifresini çözen bir nükteyle, Cumhuriyetin altmış dördüncü yıldönümü bayramında öldü.O, Cumhuriyetin ilk kadın kalemlerindendi. Ama ne Cumhuriyet bunun tadına vardı, ne de onun kendi tadına varmasına yardımcı oldu.Arkasında kalmış bir dostu olarak, gelecek kuşaklar adına, kendisinden özür dilemenin öncülüğünü yapmak, yine bize düşüyor.Neriman Hikmet, bu toplum senin gibi kadınlar da yetiştirebildiği için, mutluluğa layıktır. c.altan@prizma.net.tr Neriman Hikmetin ölümünü arabanın radyosundan öğrendim.