1973 petrol krizini hatırlıyorsunuz değil mi; 1973 krizi aslında bir petrol krizi değildi, şimdiki büyük krizin ilk habercisi ve işaret fişeğiydi. 1971’de ABD Doları’nın altına olan bağımlılığının Nixon tarafından kaldırılmasıyla başlayan sürecin önemli bir aşamasıdır 1973 krizi. ABD, bu kararla doların değerinin ekonomik “rasyonalite” ile değil de siyasi güçle belirleneceğini ilan ediyordu.
İşin bu tarafı ayrı bir anlatıdır ama Başkan Nixon’ın kararı sonrası olanlarla şimdi olanları karşılaştırmak anlamlı olur diye de düşünüyorum.
Bu karardan sonra diğer sanayileşmiş ülkeler de altın standardı diye anlatılan para sisteminden vazgeçtiler. Başta dolar olmak üzere, emtia ticaretine konu olan para birimlerinin değeri hızla düştü, bunun sonucunda gelirleri reel olarak düşen petrol üreticisi ülkeler ayaklandılar.
OPEC, petrol üretimini hızla düşürürken, aynı günlerde Yom Kippur yeni bir Arap-İsrail savaşı olarak başladı. O tarihlerde, daha sonra yerini Paris’ten getirilen Humeyni’ye bırakacak olan, İran Şahı Rıza Pehlevi, “Petrol fiyatları artmalı; siz bizim elimizde olmayan hammaddelerin fiyatlarını dolar düştükten sonra üç kat artırdınız, bu kabul edilemez”diyordu. Şah, bunları söyledikten sonra belini doğrultamadı ve 1979’da gitti.
Esasında bu kriz, ne bir petrol krizi ne de bir para sistemi geçişi sancısıydı, sistemin geleneksel sektörlerinin zamanını doldurmasına bağlı olarak hızla düşen kâr oranlarıyla ortaya çıkan sistemik büyük krizin ta kendisiydi.
Krizin merkezi
Ortadoğu, bu tarihten sonra krizin merkezi oldu. 1973’te petrol silahının farkına vararak bunu Batı’ya karşı kullanmak isteyen bütün petrol üreticisi ülkelerde ya rejim değişti ya da bu ülkeler bitmek tükenmek bilmeyen siyasi kargaşa-iç savaşlarla kendilerine gelemedi. OPEC, kriz oluşturmayacak ve ABD’nin temel çıkarlarını rahatsız etmeyecek bir yapı haline getirildi. Bir daha Batı’ya karşı petrol ambargosunu ağızlarına alamadılar.
O tarihlerde bu coğrafyada oluşturulan naylon iktidarların tam şimdilerde gerçek anlamıyla iflas ettiğini görüyoruz. Bugün bütün bu bölgede iç savaş ve diktatörlüklerden kaçan insanların sığınacağı, istikrarlı tek ülke Türkiye’dir ve bunun için de hedeftir.
1973 krizinden sonra Batı’nın destekle ayakta tuttuğu bütün rejimler yıkıldı ama öte yandan 1973’ten sonra seksenli yıllarda inşa ettikleri ekonomi-politikaları da, tam şimdilerde, yerle bir oluyor.
“Bizimkilerin” orijinalleri
Dünya 1980’i gördüğünde sistem, 1973’te kapısını çalan ancak petro-dolar gibi geçici birikimlerle ve savaşla uzattığı büyük bir krize adım atmıştı. Çare olarak, devletçi (Keynesçi) uygulamalardan vazgeçmek ve kamu tarafındaki sermaye birikimini, ucuza özel tekellere devrederek, düşen kâr oranlarını yukarı çekmek yolu benimsendi ve önce İngiltere’de Thatcher ile sonra ABD’de Reagan ile neoliberal politikalar devreye sokuldu. ABD’de buna “arz yönlü iktisat” denirken, İngiltere’de yoğun özelleştirme dalgasıyla gelen süreç Thatcherizm” diye adlandırıldı.
Bu dönem, Türkiye, Latin Amerika gibi gelişmekte olan ülke ve bölgelerde ise darbeler ve bunlara eşlik eden yağmacı neoliberal politikalarla geçildi.
Enflasyon parasal bir olgudur nedenini başka yerde aramayın; parayı kısın, faizleri yükseltin diyen Milton Friedman Şili darbecisi Pinochet’nin danışmanıydı. Yani bu tür danışmanların babası orijinali-Friedman’dır.
Bu karanlık dönemin, merkez bankacı olarak, “örnek” alınması gereken bir diğer ismi de Fed Başkanı Paul Volcker’dir. Şimdi köşeye sıkışan merkez bankacılar “Gerekirse faizleri Volcker gibi artırırız” diyorlar ya işte o Volcker’den bahsediyorum. Bu Volcker enflasyonla mücadele eden bir kahraman gibi anlatılır Friedmancı çevrelerde oysa tam tersidir.
Öncelikle Volcker’in enflasyonu yoksullar için önleme diye bir derdinin olmağını da söyleyelim. Fed’in başına gelmeden önce, tekellere dönük regülasyonların (anti-tekel düzenlemeler) kaldırılmasını istiyor ve bunu, fiyatların yükselmesini önlediği için istediğini söylüyordu.
Fed’in başına geldikten sonra da görüşleri değişmemiştir. Sadece tekellerin kârlarını artırmak için, para arzının kontrolünü, para politikasının temel ekseni haline getirmiş ve reel faiz oranları, 1973’ten sonra ilk defa pozitif hale gelmiş ve faizi de yüzde 17’ye kadar çıkarmayı başarmıştır. Çünkü düşen kâr oranları ancak faizle birlikte gelecek finansallaşmayla telafi edilebilirdi.
Bir yanda Volcker’in sıkı para politikası ve yükselen faizler bir yanda Reagan’ın tekeller için hızla düşürdüğü vergi oranları ile ABD’de tekelci sisteme “can suyu” verilmiş ve kriz halının altına süpürülmüştü.
Peki ne oldu; üretim hızla düştü, işsizlik 1945’ten beri görülmemiş düzeye çıktı, on yıl hiç düşmedi ve şimdiki krizin temel dinamiğini oluşturdu. Dolar değerlendi, ABD’nin cari açıktan başlayarak devasa tasarruf-yatırım, kamu açıkları oluştu.
Peki, Volckercilerin savunduğu politikaların alternatifi var mı; yani aslında yoksuldan zengine bir gelir aktarım mekanizması olan enflasyonu, siz Volcker’in yaptığından niteliksel olarak farklı politikalarla önleyip, dışa açık, anti-tekel, adil bir ekonomi kurabilir minisiz? Şüphesiz evet; bu yolu gösteren öyle çok siyasi deneyim, iktisadi çalışma ve bunun literatürü var ki...
Ama bütün bu iktisat yazını yokmuş gibi davranmak ve bunun yerine insanlığın en karanlık dönemlerinden olan bir zamanın hurafelerinin ekonomi diye anlatılması kabul edilemez hatta bir tartışma alanı da olamaz.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024