Doksanlı yılların sonundan itibaren, başta Çin olmak üzere, Pasifik Asya ülkelerinin hızlı yükselişine şahit olduk. Bu yükselişin nereye varacağı ya da nerede duracağı konusunda ABD’nin 2005 yılına kadar pek fikri yoktu. Daha doğrusu, Çin’in ABD’nin dış borçlarının pasif finansçısı olmaya devam edeceğini sanıyorlardı. 2005 yılında Çin’in ulusal petrol şirketi CNOOC, ABD’nin petrol şirketi Unocal’ı satın almak üzere teklif vermesiyle ABD işin farkına vardı. Temsilciler Meclisi, 30 Haziran 2005’te, CNOOC’un Unocal’ı almasına izin vermenin Birleşik Devletler’in ulusal güvenliğini tehdit edeceğini belirten bir karar aldı.
28 Haziran 2005’te ise Paul Krugman New York Times’ta aynen şöyle yazacaktı; “Çin hükümeti, çok geniş bir alanı kapsayan petrol ve doğal gaz rezervlerine erişme yolunda büyük iktisadi güçlerin birbiriyle didiştiği bir ‘büyük oyun’ öngörüyorsa, Unocal tam da onun kontrol etmek isteyebileceği türden bir şirkettir. (Şirket satın almak, parasal açıdan ve can kaybı bakımından, petrol üreticisi bir ülkeyi işgal etmekten daha ucuza gelir.) Bana kalsa Çin’in Unocal için verdiği teklifin önünü keserim.” Krugman, Çin’in Japonya gibi olmadığını, kaynaklarını çarçur etmek yerine, stratejik yeni bir yayılma çerçevesinde yönlendirdiğini ve bunun için ABD için tehlikeli olduğunu da yazar. Nitekim, bundan sonra ABD, Ortadoğu coğrafyasındaki petro-dolar çevrimini denetlemeyi daha geri plana iterek, Pasifik tarafına önem verir.
Çin’den sonra Suud...
Son on beş yıl ABD için gerçek kâbus, Çin’in dolar bazlı ticari çevrimin dışına çıkma tehlikesiydi. Bu tehlike geçmiş değil, üstelik daha da karmaşık bir hal alarak sürüyor. Ancak tam şimdilerde bu büyük tehlikeye Suudi Arabistan dahil oluyor. Daha doğrusu, Suudi Arabistan, 1973 krizi sonrası kurulan petro-dolar sistemini sürdürmeyeceğinin işaretlerini veriyor. Bu sistem, 1975 yılında, ABD’nin Suudi monarşisiyle yaptığı ve OPEC’i de kapsayan bir anlaşmaya dayanır. OPEC ülkeleri, petrolün satışını yalnız dolarla yapacak ve petro-dolarlar ABD banka sistemi üzerinden mali piyasalarda çeşitlendirilecekti.
Suudi parası da, bir müddet sonra, dolara sabitlendi. Suudi Arabistan ve ABD merkezli bu anlaşma, yalnız bir enerji oyunu değildi, bir sermaye birikimi ve hegemonya biçimiydi aynı zamanda. Petro-dolarlar, silahlanma, Ortadoğu’da ve diğer gelişmekte olan ülkelerde siyasetin yasa dışı finansmanı için kullanılıyordu. Yani darbelerin, diktatörlüklerin ayakta kalması için bürokrasiye ve bu ülkelerin silahlanma bütçesine “yardım” adıyla ayrılan bütçeler, rüşvetler petro-dolar sisteminin olağan ticari dinamiğiydi. Bütün bu süreçte Türkiye’de de parlamenter sistem, darbelerle ve ömrü en çok bir iki yıl olan koalisyon iktidarlarıyla milletin iradesini yansıtan bir yapı olmaktan uzaklaştırıldı.
Dehşet dengesi...
Şu günlerde bu “dehşet dengesinin”, petro-dolar egemenliğinin bitmekte olduğunu görüyoruz. Suudi Arabistan’da, Kral Selman’la birlikte işbaşına gelen yeni siyasi kadrolar dolara dayalı ABD merkezli ekonominin petro-dolar ayağı olarak sonsuza kadar devam edemeyeceklerini, bu sistemin bir sonunun olduğunu keşfetti ve ABD dışında çıkış aramaya başladı. Suudi Arabistan elindeki kaynakları ve değerleri tam da şimdi değerlendirmezse bu fiyat seviyelerinden bir daha hiç değerlendiremeyeceğini biliyor.
Aramco ve Türkiye...
Örneğin, şu an dünyanın en değerli şirketlerinden biri olan ve hidrokarbon rezervleri dudak uçuklatan devlet petrol şirketi Aramco halka açılırsa yalnız Suudi Arabistan’da yeni bir dönem başlamaz, dolara dayalı Bretton-Woods sisteminin petro-dolar ayağı da resmen çöker. Çünkü iki trilyon doları bulan büyüklüğüyle Aramco’nun çok küçük bir bölümünün bile halka açılması Suud ekonomisini de açık hale getirir ve riyalin, bir müddet sonra, dolara sabitlenmiş bir para olması da tartışılır. Suudi Arabistan, petroldeki değer kaybına bağlı olarak, yüz milyar dolara yakın rezerv eritti. Şimdi Aramco’nun yüzde 5’lik halka arzı bile bu kaybı fazlasıyla karşılar. Ama bundan da öte, Suudi Arabistan, ABD’nin dolara dayalı çevriminin dışına çıkar ve petrol arzını bu seviyelerde tutarak, Rusya dahil, birçok ülkenin rotasını da değiştirir. Bu değişimin, Pasifik değişimiyle birleşmesi, ABD’nin başa çıkacağı bir durum değildir ve biz şimdiki dünyanın ve bu dünyaya bağlı güç dengelerinin hızla değiştiğini görürüz.
Burada bizim tartışmamız gereken, Türkiye’nin bu değişimi tamamlayan siyasi çıkışı nasıl yakalayacağı olmalıdır.
Hiç şüphesiz ki Ortadoğu’daki petro-dolar hakimiyetinin bitmesi de bu hakimiyetin bir sonucu olan güçsüz parlamenter sistemle bizim devam edemeyeceğimizi gösterir. İşte bunun için, yeni anayasa ve buna bağlı başkanlık sistemi tartışması, aynı zamanda, Türkiye için bir refah ve istikrar arayışıdır da...