Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sanıyorum şu faiz tartışması önümüzdeki günlerde ait olduğu alan olan ekonominin dışına da taşarak politik zeminde de tartışılacak. Daha da ötesi, belki örtülü olarak, politik duruşla ilgili mesajları da kamuoyunun önüne taşıyacak. Zaten bu yeni bir şey değil, böyle olmuştur.
İslam’da faiz yasağı, hatta daha geniş anlamda riba yasağı bile tek başına yalnız ekonomik bir sistemi anlatmaz. Doğrudan politik bir duruşu, giderek siyasal bir sistemi hatta sosyal -toplumsal- çerçevenin -formasyonun- çeperini oluşturur.
Bu anlamda, faiz tartışması hiçbir zaman salt iktisadi bir tartışma olmamıştır. Çoğu kere politik tartışmadır bu konu...

Enflasyon-faiz
Şu sıralar faizle enflasyon arasındaki ilişkiye vurgu yapan çok sayıda değerlendirmeye rastlıyoruz. Gelişmiş ülkeler enflasyonu büyüme başlangıcının işareti saydıklarından, durgunluğu aşmak için faizleri düşürerek enflasyon (büyüme) oluşturacaklarını sanıyorlar. Gelişmekte olan ülkeler ise hâlâ enflasyonu öncelikli sorun olarak görüyor ve enflasyonu da faizleri yukarı çekerek önleyeceklerini düşünüyorlar. “Enflasyon düşerse faizler düşer” ya da “Enflasyon da düşecek faiz de düşecek” gibi açıklamalar esasında bugün teknik olarak yanlış bir varsayıma dayansa da özünde politik bir duruşu ve giderek ideolojiyi de anlatıyor. Bu ideoloji, iktisat bilimini kıt kaynakların paylaşımının nasıl olacağını inceleyen, öneren bunun yasalarını ortaya koyan alan olarak tanımlar mesela.
Oysa kaynaklar kıt değildir, yalnız adil bir paylaşım olmazsa birileri için kıt, birileri için boldur. Riba’nın (geniş anlamda haksız paylaşımın, adaletsizliğin tanımı olarak) temel kaynaklarından biri olan faiz olgusu, kaynakları küçük bir azınlık için bol, bu azınlığın dışında kalan herkes için kıt yapan temel bir haksızlık aracıdır ve bir adalet, barış dini olan İslam’da tam da bunun için yasaktır. İşte bu yasak özünde bir medeniyet tartışmasının, ayrımının da başlangıç noktasıdır ve oldukça sıkı bir politik tartışma alanıdır.
Bundan dolayı ben, bütün meslek hayatım boyunca, İslam dinine mensup politikacıların “Ne yapalım, hayatın bir gerçeği, faizi kabul edeceğiz, hatta iktisat politikasının temel bir aracı olarak savunacağız” anlayışını kabul edilemez bulmuşumdur. Hatta daha da ötesi, bu anlayışın objektif olarak Batı’nın sanayi devrimiyle çizdiği pozitivist ideolojik hattın doğrudan bir uzantısı olarak değerlendirmenin de mümkün olduğunu düşünmüşümdür.
Bugün içinde bulunduğumuz sistemin şu kriz ve buna bağlı yenilenme aşamasında, “modern” iktisat teorisinin ortaya attığı ve krizlerle deneme-yanılma yoluyla geliştirdiği bütün temel varsayımlar çökmüştür.

Güncel ve politik...
Örneğin, makro ekonomideki en temel eşitliklerden biri olan Fisher denklemi, nominal faiz oranının, reel faiz oranı ile enflasyon beklentisinin toplamı olduğunu ortaya koyar. Esasında, hem Keynesçi hem de neoklasik yaklaşım bu tezi kabul eder ancak güncel para politikaları bu denklemin tam tersini yapmaya çalışır. Yani faiz ve enflasyon ilişkisi Fisher’de doğru orantılı işlerken, para politikaları ters orantılı olarak inşa edilir. Yani faiz artarsa enflasyon düşer ya da tam aksi... Bu konuda TOBB Ekonomi Üniversitesi’nden Talha Yalta’nın henüz yayımlanmamış çalışması yol gösterici...
Doçent Yalta, bu çerçevenin 2008 krizi sonrası çıkmaza girdiğini yazıyor ki bu zaten bugün yaşananlarla ispatlıdır. Örneğin, krizle birlikte beklenen enflasyon da düşer. Bu durumda, Fed’in nominal faiz oranlarını hızla düşürüp sıfır düzeyinde sabitlemesi sonunda -Fisher denklemine göre- reel faizlerin yükselmesi gereklidir. Böylece, Keynesçi ekonomistlere göre, toplam talebin daha da düşmesi ve deflasyonun giderek derinleşmesi beklenir. Bu mekanizma işlememiştir. Öte yandan, parasalcı anlayışın miktar teorisine dayanan düşük faiz-büyüme ilişkisi de işlememiştir.
O zaman burada faizle-enflasyon arasındaki ilişki kuran geleneksel teorileri sorgulamamız gerekir ki buraya İsveçli iktisatçı Wicksell (1851-1926) giriş yapmıştır.
Wicksell, bir yatırımdan elde edilecek getiri oranını doğal oran olarak niteler ve doğal oranın, borçlanma maliyetinin (faiz oranı) üzerinde olması durumunda çarkların döneceğini, aksi takdirde durgunluğun kaçınılmaz olduğunu söyler.
Öte yandan, yeni nesil çalışmalar içerisinde Belaygorod & Dueker (2009) ve Castelnuovo & Surico (2010) Yeni-Keynesçi dinamik olasılıksal denge modelleri tahmin etmişler ve faiz oranındaki bir artış sonucunda enflasyonun da hemen yükseleceğini bulmuşlardır.
Bu konuya devam edeceğiz ve bu konunun özünde esaslı bir politik ayrışma meselesi olduğuna da sık vurgu yapacağız...