Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Görüldüğü gibi, endişeye gerek yokmuş; Türkiye’nin en köklü kurumlarından olan Merkez Bankası’ndaki değişim, bu kuruma yakışır bir şekilde gerçekleşiyor. Merkez Bankası başkanının kim olacağı tartışması, belli çevrelerin beklediği gibi, Türkiye ekonomisi üzerine belirsizlik bulutlarını getiren bir karmaşa olarak yaşanmadı. Kurum, çözümü kendi içinde üretti. Bu sürpriz olmayan sonucu, Türkiye’nin köklü kurumlarının değişime hazır olmalarına bağlayabiliriz.
Ancak bundan daha da önemlisi, Türkiye’nin, eskisinden farklı olarak, ülkenin refahı ve geleceğiyle ilgili bir konuda, kendisine dayatılan “çözümler” dışında çözüm üretme yeteneğini geliştirmesi ve bunu kamuoyu önünde tartışmasıdır.
Erdoğan’ın payı...
Bu varılan noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok büyük payı vardır. Cumhurbaşkanı, başından beri, Türkiye’de ekonominin sağlam temeller üzerine oturmasını savunduğu gibi, bu ekonominin milletin bütününün çıkarlarıyla örtüşmesi ve adil olması gerektiği üzerinde durmuştur. 2008 yılında IMF ile 20. Stand-By’ın yapılmaması, hükümetin ve ilgili kurumların bağımsız karar alma yetisini kazanmaya başlamasının başlangıç tarihidir. Türkiye, “Sizde ekonomiyi düze çıkartacak bilgi ve beceri yok, biz size buradan bakan yollayalım” teklifi yapılacak ve bu teklifi koşulsuz kabul edecek bir ülkeydi bundan 15 yıl önce... Bırakın Merkez Bankası başkan ve kadrolarını, ülkenin güvenlikle ilgili stratejik kurumlarının yöneticileri bile dışarıya bakmadan atanamıyordu.
Şimdi ise, bu ülkenin seçilmiş yöneticileri, devletin stratejik kurumlarının tepesindeki yöneticileri kamuoyu önünde tartışarak, milletin çıkarları gereği değiştiriyor, kamuoyuna özgürce tartıştırıyor.
Biz Merkez Bankası’ndaki bu değişim sürecinde, önemli bir koltuğa kimin oturacağını tartışmadık; Türkiye’nin iktisat politikasının iki önemli ayağından biri olan para politikasını ve ülkenin buna bağlı refahını, gelirin adil olarak nasıl bölüşebileceğini de tartıştık ve daha da tartışacağız.
Bağımsızlık meselesi...
Merkez Bankası’nın mevcut para politikasını öven de oldu, yeren de... Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, mevcut para politikasını kamuoyu önünde eleştirirken, yaptıkları dezenformasyona, yalana kendilerini hayli kaptıranlar, Merkez Bankası’nın “bağımsız” olmadığını savunabiliyorlardı. Biz ise ısrarla bütün merkez bankalarının yalnız araç bağımsızlığı olduğunu, amaç bağımsızlığının zaten tartışılmaması gerektiğini, TCMB’nin ise, dünyada araç bağımsızlığına sahip ender merkez bankalarından biri olduğunu söylüyorduk.
Daha önceki yıllarda Türkiye’de Merkez Bankası başkanları nasıl ve hangi dengelerin sonucu olarak belirleniyordu, Merkez Bankası başkanlarının ve politikalarının, ülke kalkınması ve gelirin adil paylaşımındaki rolü ne yöndeydi, lütfen bu soruya herkes samimi olarak cevap versin.
Şimdi ise bırakın başkanı, başkanın hangi para politikasını uygulayacağını, araçlarını tartışıyoruz ve buraya, oy verdiğimiz siyasi erke bağlı olarak da müdahale ediyoruz. Gerçek anlamda demokrasinin bu olduğunu ve bu ayrıcalığa sahip olan ender ülkelerden biri olduğumuzu düşünüyorum.
Faraziyeler, gerçekler
Merkez bankalarının uyguladığı para politikaları ve piyasa mekanizması araçları, yalnız bu konunun uzmanlarının anlayacağı, ilgili olmayan herkesin de hiçbir yorum yapamayacağı, itiraz edemeyeceği karmaşık konular değildir, tam aksine, okuryazar olan herkesin anlayacağı basitlikte -havuz problemlerinden daha basit- faraziyelerdir. Bu faraziyeler, bizim hepimizin çabası, emeği, mesleki bilgisiyle sınanır ve böylece ya faraziye olarak kalır -yani yanlışlanır- ya da çoğunluğun çıkarına hizmet eden politik yol olarak sabitlenir.
Sanıyorum, bizim Merkez Bankamızın bir müddettir uyguladığı para politikası ve bu politikanın ürettiği çoğu araç faraziye olmaktan öteye gidemedi. Yani daha güncel bir kelimeyle söylersek, bir varsayımlar -doğrulanmamış ya da milletin çoğunluğunun çıkarlarına hizmet etmeyen varsayımlar- kümesi olarak kaldı.
Bütün bu süreçte tabii ki çok önemli kazanımlar, doğru yapılanlar oldu; bunlara yeni yönetimin ve hepimizin sahip çıkması gerekir. Ancak güne ve Türkiye’nin yeni yoluna uymayan, hatta bir önceki yüzyıla ait ezberleri de görüp burada daha fazla ısrar etmemek gerekir.
Sosyal bilimlerin, hele bunların en önemlilerinden olan iktisat biliminin varsayımlarının, tezlerinin ispat alanı insansız laboratuvarlar değildir, sosyal bilimlerde ortaya atılanların ispatlanacağı alan, öznesi insan olan toplumdur...
Hele hele toplumun genelinin refahı için var olması gereken iktisat bilimini küçük bir azınlık için tahakküm, sömürü üreten teknik bir alan olarak görmek ve göstermek, anlatmak, yaşadığımız ve borçlu olduğumuz topluma ihanetle eşdeğerdir.