24 Haziran hiç şüphesiz ki Türkiye tarihinin en önemli seçimidir. Bu seçim, yalnızca bir siyasal sistem değişikliğini başarmamıştır. Halkın iradesiyle oluşan yasama gücü, önümüzdeki yıllara ilişkin de çok önemli ipuçlarını önümüze koymaktadır. Siyaset sosyolojisi açısından da bu anlamda 24 Haziran seçimleri çok önemli bir siyasi dönüşüm örneğidir.
AK Parti’nin Erdoğan’la birlikte belirlenen 16 yılı, süreç itibarıyla, zaten zamana yayılmış bir sesiz devrimdi. Bu devrimin iktisadi dinamikleri, siyasi olanı da belirleyerek Türkiye’yi 24 Haziran dönüşümüne getirdi. Bütün bu süreçte “eskinin” çok kapsamlı direnişiyle karşılaştık. Eski vesayet sisteminin kurulu güçleri, başından beri sayısız darbe girişimini, adeta nöbetleşe (“Cumhuriyet” mitinglerinden e-muhtıraya uzanan darbe geleneği güçleri, nöbetlerini bir müddet sonra FETÖ’ye bıraktı) hayata geçirdi.
Dış basında, Erdoğan’a kadar, Türkiye’yi iliklerine değin sömürmeye alışmış küresel sermayenin en gerici kesimleri eski düzenleri bozulmaya başlayınca, Erdoğan’ı “diktatör” ilan ederek, her türlü saldırıyı giderek artan dozda gündeme getirdiler. Seçim öncesi de bu saldırıların dozu, derinliği ve organize gücü, Türkiye ekonomisi de hedef alarak, arttı. Biz önümüzdeki günlerde de duracağını sanmıyoruz. Ancak 24 Haziran'da halkın verdiği güçlü cevap bu saldırılarının etki gücünü zamanla sıfırlayacaktır.
KOBİ ekonomisi
24 Haziran dönüşümünü iktisadi olarak olgunlaştıran en önemli dinamik, Türkiye ekonomisinin Erdoğan’la birlikte rekabetçi bir KOBİ ekonomisi olarak sanayileşme sürecine girmesidir. Bu süreç, esasında Erdoğan’ın siyasi olarak oy başarısını da beraberinde getiren en önemli dinamiktir.
Anadolu’nun dört bir yanındaki işletmeler, eskiden İstanbul ve çevresinde konuşlanmış ve birkaç aileden ibaret büyük sermayenin bayisi konumunda, yalnız iç pazara dönük, kavruk yapılar olarak çalışıyorlardı. Sanayi denilen yapı, İstanbul-Gebze-Bursa hattına sıkışmış beyaz eşya ve otomobil ağırlıklı irice montaj atölyeleriydi. Bu yapı önce 1994 kriziyle yolun sonuna geldi, arkasından 2001 krizi bu yapının finansal-hizmet ayaklarını da sildi süpürdü.
Büyük “sanayi” sermayesinin bayi ağları da bu süreçte çözülmeye başladı ve binlerce küçük işletme, atölye yeni bir çıkış aramaya başladı. Bu sürecin iktisadi ve sosyal hikayesi, şüphesiz ki, bu köşenin sınırlarını aşar. Ancak, özellikle Erdoğan’ın 2008’den sonraki (krizin teğet geçmesi) ekonomi çizgisi, İstanbul ve Bursa dışında da, örneğin Kayseri, Malatya, Gaziantep gibi illerdeki sanayi işletmelerini yukarı çekti (Yapılan altyapı yatırımları, otoyollar, havalimanları, Anadolu üniversiteleri, limanlar ve nihayet demiryolu ağları) Yoğun altyapı yatırımlarıyla büyümeye başlayan ekonomi, bu yatırımlarını bütçe dışında kamu-özel sektör ortaklığı modelleriyle gerçekleştirdi. Erdoğan’ın dediği gibi bu, özgün bir “kaynak çeşitlendirmesi” idi.
Yeni “commonwealth”
Bu yatırımlar, Anadolu kentlerinde daha yüksek bir tüketim alışkanlığı ve yerleşik yeni bir moderniteyi de tanımladı. Bu yeni modernite, şimdi herkesin pek şaşırdığı, hiç şaşmayan, Erdoğan kitlesini de oluşturdu. Üniversiteler, modern sağlık kampüsleri, bütün Anadolu kentlerinin nişanesi olarak bu yaygın yeni zenginliğin, diğer bir deyişle yeni toplumsal refahın somut ifadeleri oldular.
Bu bir yerde “commonwealth”di. Yani ortak refahın yeni bir yol olarak siyasileşmesiydi.
Bundan tam dört yıl önce, 9 Temmuz 2014’te yani Erdoğan, ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olmadan az önce şunları yazmıştım: “Erdoğan’ın CB olması halinde, Türkiye’nin içe kapalı, devletçi bir ekonomik modele sapacağı sanıyorum son yıllarda Türkiye ile ilgili dolaşıma sokulan en berbat dezenformasyonlardan birisi. Bu bakış açısı, birçok açıdan yanlış olduğu gibi, eğer ki bir Erdoğan Ekonomi’sinden bahsedeceksek bu, bu iddianın tam aksine, açık ekonomiyi önceleyen ve piyasa dostu anti-tekel düzenlemelerle devam eden yeni bir büyüme modelini anlatır. Ve bu model, yalnız Türkiye’yi değil, Türkiye’nin komşu olduğu ülkeleri de olumlu yönde etkileyecek bir yeni ortak refah (commonwealth) çıkışıdır. Biliyorsunuz, çok ilginç olarak, İngiltere’nin imparatorluk adı da milletler topluluğu anlamında commonwealth’dir. Ama Birleşik Krallık adı İngiltere’ye daha yakışıyor; çünkü sömürgesi altındaki toplumlar, bırakın refaha erişmeyi, tam aksine, yağmalanarak sonsuz bir yoksulluğa itilmiştir.
Ama bizim topraklarımız, birlikte var olmanın, kalkınmanın topraklarıdır. Şimdi Türkiye, bu yeni ekonomi çıkışıyla yalnız kendisini değil, şimdiye değin yoksullukla kıvranan Ortadoğu ve Ön Asya coğrafyalarını da yukarı çekmeye çalışıyor. Erdoğan Ekonomisi bu anlamda, Türkiye’nin son yıllarda yaptığı bütün Ortadoğu ve Hazar, Akdeniz enerji anlaşmalarını, geçişlerini ve buralara yapılan sermaye ihracı da anlatır. Bu ekonomi sayesinde bugün Türkiye, dünyada acil insani yardım yapan ilk dört ekonomi arasına girmiştir.
İşte bu, yeni ve ortak bir zenginleşme ve demokratikleşme demektir. Bu da çok açık olarak ortak zenginlik ya da ortak refahtır ama Britanya’nın ‘commonwealth’inden çok başka bir birliktir bu...” Aradan tam dört yıl geçti ve Erdoğan, Türkiye’nin ilk başkanı olarak seçildi. Yine aynı nakaratlar tekrar ediliyor. Biz de aynı şeyleri söylüyoruz:
Erdoğan’ın bu yeni dönemi de serbest piyasa ekonomisini güçlendiren, yatırım ortamını daha da iyileştiren, bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurumlarımızın daha etkin olduğu, ortak refahın yeni sanayileşme ve ihracat doğrultusunda güçleneceği bir zaman dilimine tekabül edecektir. Önümüzde pürüzsüz bir beş yıl gözüküyor. Enflasyon-cari açık gibi yapısal sorunlarımızla ilgili olarak, bu çerçevede çok köklü reformlar hiç şüphesiz ki çok yakında gündeme gelecektir. Bir sonraki yazıda bu yolu ayrıntıyı olarak ele alacağız.