DEMOKR@Si

1 Mart 2010

Artık okuyacağımız, seyredeceğimiz, güleceğimiz her şeyi seçebiliyoruz. Beğenmediğimiz şeyi tıklayıp kapatıyoruz. Banttan yayın dönemi kapandı. Ne verilirse onu yediğimiz zamanlar geride kaldı. Üstelik artık köşebaşları kalmadı, yusyuvarlak oldu her yer

Çok hızla değişiyor, çok hızla dönüşüyor artık her şey. Eskiden köşebaşını tutanlardan bahsedilirdi. Onlar durdukları yerin kolay kolay sallanmayacağını bilirlerdi. O yüzden yeni şeyler bilmeye pek de emek vermezlerdi. Çoğunu tanırım, tanırdım. Her gece aynı meyhanede ya da kafede aynı mezeleri yiyip aynı pozlarla otururlardı. Ne zaman gitsem oradalardı. Lacivert lacivert konuşurlardı. Bir zamanlar, yani henüz bir köşenin başını tutmazdan önce okudukları birkaç kitaptan oluşan klişeleri ile idare ederlerdi.

GEÇMiŞLE BAĞIMIZ KOPUK
Aynı şiirleri okurlar, aynı şarkıları ve türküleri söyleyip dururlardı. Hep düşünürdüm “Ne zaman okurlar?” diye. Okumazlardı. İhtiyaçları yoktu. Köşeleri sağlamdı. Bir tanesi vardı(r). Bilgisayar yardımıyla yaşamı boyunca yazdığı yazıların önemli bir yüzdesini incelemişti bir arkadaşım. Yaklaşık bin tane sözcüğü ve değiştirip değiştirip yazdığı hemen hemen yüz tane cümlesi vardı. Olasılıkla

Yazının Devamı

iNŞAATI BiTMiŞ iLiŞKi ARIYORUZ

22 Şubat 2010

Bir şeyler oldu, çok şey oldu ve sonunda herkes önemli şeyleri unuttu. Gerçek ve sanal alemde hepimiz ‘arıyoruz’. Aramadan bulunmaz, ama neyi arıyoruz? Gitmek istediğimiz yeri bilmeksizin her yere uçak kalkan bir havalimanındayız. Nereye ve niçin gitmek istediğimizi tanımlamadan oradayız.
Kimimiz bulduğu ilk uçağa biniyor, kimimiz en yeni teknoloji ile üretilmiş olana, kimi burnu kalkık olana. Oysa istediği kadar hızlı, istediği kadar modern, istediği kadar pahalı olsun ne istediğimizi bilmeden bindiğimiz her araç bir anlamda yanlış yere gidiyor. Nereye gitmek istediğimizi tanımlamadığımız için belki de sadece at sırtında gidebileceğimiz bir yere concorde’la gitmeye kalkıyoruz. Oysa araçlar amaçlar içindir ve biz araçları amaç zannetmeye başladık. Arıyoruz, ne olduğunu bilmeden ve daha önemlisi aramanın yeterli olduğunu sanarak.

Önce kurmak gerek
İkinci bir önemli mesele var. Aramanın yeterli olduğunu sanıyoruz. Aslında aradığımız şeyi aslında bir yanıyla kurmamız gerekiyor. Oysa inşaatı bitmiş olanı arıyoruz. Beklentilerimizi karşılayacak olanın, hayalimizi dolduracak olanın, hazır edilmiş olanın var olduğunu sanıyoruz. İlişki istiyoruz ama onu kurmuyoruz, arıyoruz. Bu yüzden

Yazının Devamı

Radyo Televizyon Üst Komiği

15 Şubat 2010




Geneli kapsayan bilgiler ve kararlar, özel ve öznel olanlar gibi kolay ifade bulup dolaşıma girmemelidir. Nesnel kavramı tam da bu nedenle öznel olanın karşısına düşer. Yedi tane sekizin 56 yaptığı bilgisinin karşısına “Bana göre 31 yapar” diye dikilemezsiniz. Bilimsel görüş, öznel olanın bu yüzden hiyerarşik olarak üstünde durur.
Kimse işkembe-i kübrâsından ‘bence’ bu hastalığın nedeni havaların kötü gitmesidir diyemez. Bunu ciddi, kapsamlı, nesnel ve defalarca sınanmış biçimde ortaya koymalıdır. Nesnel çalışmalar tam da bu yüzden öznellikten tümüyle ayıklansın diye elden geldiğince ‘kör’ yapılır. Yani araştırmacı da, olgunun veya deneğin kendisi de kendi gözünden bakmıyor demektir bu. Dahası ‘havanın kötü gitmesi’ sözünün anlamı nedir diye de sorarlar adama. Neye göre, nereye göre, kime göre kötüdür? Dünya “Bana göre güzel değil” diyebilirsiniz ama “Bana göre yuvarlak değil” diyemezsiniz.
Birkaç yıl önce AKP’nin kapatma davası için hazırlanan iddianameyi okurken şaşırıp kalmıştım. İçinde o kadar çok öznellik vardı ki, yoksa hukuk benim sandığım gibi nesnel ve bilimsel değil miydi? Bize yanlış veya doğru gelsin, yürürlükte olan yasaları temel alması beklenmez miydi bir

Yazının Devamı

TOP(AK)LAŞMA SORUNU

8 Şubat 2010

Bu yazıyı okuyanları görün (Kesin Çalışıyor!) Dedim ya, demiştim ya, arada bir diyorum ya gruplar ilginçtir. Yani insanlar her ne sebeple olursa olsun bir araya geldiklerinde, toplaştıklarında bir şeyler olur. Güç kazanırlar, dayanışırlar, güvenlik hissederler, üretimlerini artırırlar, paylaşırlar, duygu ve düşüncelerini aktarırlar, yardım ederler, yardım alırlar ve daha çok şey. Tabii ki grup olmanın olumlu tarafları var, olumsuz tarafları da var; olumlu tarafların olumsuz tarafları, olumsuz tarafların da olumlu tarafları var. Hepsi bir yazının konusu olamaz bunların. O halde “Grup psikolojisi, grup davranışları ve grup dinamikleri bir yazının konusu olamaz diyenler” diye bir facebook grubu kurup herkesi davet mi etmeliyim şimdi? İki gün once dünya ‘nutella günü’ymüş ya o bakımdan diyorum.

Parmağımı emerim diyenler
Siz de bilirsiniz toplaştığımızda galeyana gelmeye, olur olmaz bağırıp çağırmaya, saçma sapan gülmeye, ağlamaya da meyilliyizdir. Dünyanın en sıkıcı hocası , derste normalde asla gülmeyeceğimiz bir şey söyler ; koparız hep birlikte. Sonra eve gidip anlatırken ilk cümleden sonra sesimizde bir dekreşendo oluşur . Çünkü o anda fark ederiz ki hiç komik değildir. O

Yazının Devamı

YENi BiLGi YA DA BiLGiNiN YENi HALİ

1 Şubat 2010

Bir bibliyomanyak olarak küçükken bir hayalim vardı. Uzun uzadıya anlatmayayım şimdi. Özetle aslında- çok ama çok büyük bir kütüphaneyi içeriyordu hayalim. İstediğim her kitabı bulabilmek mümkündü orada. Sonra birden internet girdi hayatımıza. Yetmedi hayatımız da internete girdi sonrasında. Belki kitaplarla dolu o kütüphaneye benzemiyordu ama bir başka biçimde bilgiye, çok ama çok bilgiye ulaşabilir olduk. Hâlâ kitapların yerini tutmuyor, ama kitaplar da internetin yerini tutmuyor.
İnternetle birlikte hayatımıza yeni sorunlar, riskler girdi ve girecek elbette. Bir daha dünya eskisi gibi olmayacak, bu kesin. Artık bilgiye ulaşmak konusunda kimse kimseden daha ayrıcalıklı değil neredeyse. Ergenekon iddianamesinin hepsini bilgisayarınıza indirebiliyorsunuz. Hatta darbe günlüklerini de okuyabiliyorsunuz. Artık birilerinin bazı şeyleri saklayıp bazı şeyleri öne çıkararak bizi kandırması eskiye göre daha güç olacak.
Evliya Çelebi, Marko Polo gibi eski gezginleri okurken çok eğlenirsiniz. Ulaşımın çok ama çok güç olduğu dönemlerde dünyayı gezdikleri için öyle şeyler anlatırlar ki, palavranın bini bir paradır. Ne yalan söyleyeyim çok da lezzetli metinlerdir. Şimdi çok zor böyle bir

Yazının Devamı

‘Kendi’ni Kiralamak

25 Ocak 2010

İnternette Kim Kardashian’ı aradığınızda Ermeni asıllı Amerikalı sosyetik, manken, oyuncu, stilist, kıyafet perakendecisi ve televizyon kişiliği olduğunu okuyorsunuz. Bunun dışında sosyal hayatıyla ve seks kasediyle ile anılıyor. Ekşi sözlüğe ve benzerlerine baktığınızda daha ziyade poposundan söz edildiğini görüyorsunuz. Bahsi geçen porno görüntüleri için önce dava açmış ve fakat daha sonra Vivid Entertainment’la anlaşıp kasedin haklarını 5 milyon dolara satmış. Anlaşılan orası burası, önü arkası ileri derecede bereketli biriyle karşı karşıyayız. Son zamanlarda twitterden ileti başına para kazandığı söyleniyor. Anlaşmalı olduğu markaların ürünlerini giyerek veya daha çok çıkararak; çeşitli parfümleri bedenine sıkarak; bunlardan söz ettiği mesajları veya fotoğrafları twitter’a koyarak beş markadan 50 bin dolar aldığından bahsediliyor. O, onun kendisi, orası, burası bizzat bir reklam panosu.

Bedenin Bir Billboard
İnsanoğlunun İ.Ö. 3000’lerden beri bedeninin çeşitli yerlerine dövme yaptığı biliniyor. Duygu ve düşüncelerini ifade etmek, süslenmek, sosyal konumunu tanımlamak, doğayla başetmek, hastalıklardan korunmak gibi birçok amaca hizmet etmiş. Estetik, dinsel, büyüsel, cinsel

Yazının Devamı

ÇAĞDAŞ KLİŞE MÜZESİ - 3

18 Ocak 2010

Magazin Programı Klişeleri:
Mümkünse, yüzünden ziyade bir yerlerine bakılacak akşam üstü abiye giyinmiş, tonlaması bozuk, avizeye benzer bir sunucu kız karşılar bizi. Bu kız program boyu izlenecek mühim haberleri kolay değil, onlarca kez tekrarlayacak şekilde ayarlanmıştır. En sevdiği cümleler “Bilin bakalım neler oldu?” ve “Sıradaki VTR’miz”dir. Aslında asıl sunucu, işte o sıradaki VTR’yi seslendiren heyecanlı erkek sesidir. Bu programlarda yeterince mekan içlerine, yatak odalarına ve araba içlerine giremediğimiz için, sallantılı kamera görüntüleri üzerine heyecanlı bir tonlama gereklidir. Bu sesin bir süre sonra insanın beynini yavaşça -adeta bir madde gibi- uyuşturan, dumura uğratan, düşünmeyi durduran tanımlamaz bir melodisi vardır. Sanırım rahatlıkla notaya dökülebilir. (Şimdi burada yazıyla anlatamıyorum, ağzımla yapabiliyorum!) Beyefendinin programın başından beri bahsettiği ‘Flaş Flaş Flaş’ haber de en nihayetinde bekleneni vermez. Haberin pek de ‘flaş’ olmayacağı önceden belli olduğunda, orada mutlaka bir adet ‘kameramanımıza çirkin saldırı’ vuku bulmuş demektir.
Önemli bir ayrıntı mıdır bilmem ama bir de ‘ünlü’lerin çocuk meselesi var. Onların çocuklarının sıradan

Yazının Devamı

ÇAGDAŞ KLiŞE MÜZESi - 2

11 Ocak 2010

AiDiYET VE DELiLiK
Saplanıp kaldığımız, kendimize bir biçim ararken artık kendimiz olmaktan çıkıp o ‘biçim’ olduğumuz durumlardan söz etmeye devam edeceğiz bu hafta da. Kimimiz o kadar tutunuruz ki o bulduğumuz kalıba, rahatsız da olabiliriz -hafiften ağıra- bizi biz yaptığını sandığımız o ‘şey’e birileri dokunduğunda. Sanırız ki o ‘biz’iz. Ki doğrudur o kalıp, o biçim,
o şey ‘biz’ yapar da insanı, ama bir türlü ‘ben’ olmamak pahasına... Hatta kendi sürümüzden biri ‘başka’ düşünürse, ‘başka’ hissederse, ‘başka’ davranırsa, ‘başka’ giyinirse, ‘başka’ yaparsa; fena halde sertleşir, eleştirir uyarır, yetmezse dışarı atarız. Bir anlamda
aidiyet kodlarımız, klişelerimiz başka türlü düşünememe kodlarımızdır. Ve yine bir anlamda normallik diye tanımladığımız, içinde saplandığımız delilik kodlarımızdır.
İyice anlaşılsın diye yanlış anlayacakları, anlamayacakları, anlamak istemeyecekleri hatta saldırıya uğradıklarını sanıp saldıracakları göze alarak söylemek durumundayım: ‘Ben’ olmaya izin vermeyen, onu törpüleyen her aile, her millet, her inanış, her grup, her aidiyet yani dışarıdakini ‘öteki’leştiren her yapı, bir anlamda psikoza yakındır, yatkındır. Psikoz mu? Gerçeği

Yazının Devamı