Fişi çekilmiş ya da ne bileyim sessize alınmış, titreşimi açık bırakılmış bir ruh haliyle geçirdik geçen hafta sonunu ve o ruh hali de sürdü hafta boyu!
Çılgınlar gibi koşturup oraya buraya yetişmeye çalıştığımız düzenden çıkıp biraz kendimizle kalmak, iyi geldi doğrusu! Sakin, koşturmacasız, evde kalma zorunda bırakıldığımız sevgili kara minnettarız.
Sıcacık evde, dışarıda yağan karı izlemek, manzaraların en güzeli bence!
Tüm kirleri temizleyen, tozun, pasın, isin üstünü beyaz bir yorgan gibi örten kar, ne şiirler yazdırır hissedebilene, ne hayaller kurdurtur ruhuyla görebilene!
Ben yazar- çizer tayfasındanım malum, satırlara dökmeyi seviyorum duygularımı, kelimelerle anlatıyorum yaşadıklarımı! Ama kar ile öyle güzel görüntülere sahne oldu ki şehir, ressam olmak istedim, dökeyim tuvale gördüklerimi, yetmez gibi geldi çünkü anlatmaya ne yazı ne de şiir!
Aslında halam ressam benim, babaannem de resim konusunda yetenekliymiş. Ama bu yetenek maalesef ne yeğenlere yani bize geçmemiş. Çizemedim belki ama halam sayesinde resimlerle dolu bir dünyada büyüyebildim. ‘Analog Fotoğraf Makinesi’ der halam ressamlık için, o kadar doğru ki! Önce görüyor vizörden, çekiyor fotoğrafı, kaydediyor belleğe ve tuvale basıyor.
Manzaralara, renklere o kadar aşığım ki ressam olmak isterdim çok! Ama sağ olsunlar halam ve babaannem bu yeteneklerini genetik olarak bana aktaracaklarına, kalın baldırlarını, gitmemekte inat eden kilolarını aktarmışlar. Ressam, başka bir gezegendendir bence, bizim gördüğümüz gibi görmez dünyayı! Her gün üstüne basarak yürüdüğümüz kaldırımlar, ağaçtaki kuşlar, yolun sonundaki evin balkonunu saran sarmaşıklar, ressamın fırçasında ruh kazanırlar, hayat bulurlar. Her şey elindeki fırçaya can veren hayal gücünün ürünüdür ressamın, hayal kurar ve tuvalde can bulur hayali! Ünlü ressam Van Gogh da bunun en güzel örneği!
Bir yılbaşı gecesi, dönemin yine ünlü ressamlarından Gauguin ile tartışan Van Gogh, sinir krizi geçirerek sol kulağının bir kısmını kesiyor ve akıl hastanesine kaldırılıyor. Hastane giderken, yol üzerinde gördüğü bir köyü aklında tutuyor ve hastanede sabaha karşı uyumayarak bu köyün resmini çiziyor. İşte Van Gogh’un en ünlü eseri ‘Yıldızlı Gece’ o köyün resmi! Resmi farklı kılan, gökyüzünün eğilip genişliyor, toprağın içe doğru kırılıp bükülüyor olması! Derin duyguların sarsıcı şekilde dışavurumu, sıradan bir köy manzarasında tasavvur edilmiş. Akdeniz renklerinin sert fırça darbeleriyle vücut bulduğu resimde, bir isyan bir başkaldırı hissediliyor. E sanatın deli- dâhisine de bu yakışıyor.
Resmin fotoğraftan farkı da bu değil mi zaten, olanı olduğu gibi değil de hayal gücüyle dışa vurmak! Ağacı, aşkı, çiçeği, çileği olduğu gibi çizmekten ziyade ona ruhunu katmak, ondan eser yaratmak aslolan! O yüzden Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar kitabında dediği gibi, ‘Görmemesini bilmek de iyi bir ressamın vazgeçilmez bir özelliği olsa gerek!’
Camın gerisinden, karla kaplı şehri izlerken ve keşke gördüğüm manzarayı kendi gördüğüm şekilde resmedebilmiş olmayı dilerken, her şeyin günü var da ressamların günü yok mu diye bakarken, bu haftanın ‘Dünya Ressamlar Günü’ olduğunu öğrenmenin şaşkınlığını yaşıyorum!
İster tesadüf deyin ister tevafuk, adı bilinen ya da unutulmuş ama eserleri ruhumuza dokunmuş tüm ressamların gününü kutluyorum!
Ha bir de, resme yeteneğim yok belki ama çıkmadık candan umutluyum!
……………………….*………………………….
O TAVUKLARDAN OLMAYIN!
İstanbul denince de sanat geliyor akla be kardeşim! Sanatın da acının da şehri İstanbul! Acıyla harmanlandığından mı, fethedilmelere doyamadığından mı bilmem buram buram sanat kokuyor her köşesi! Görmesini bilene tabi!
Yukarıda dedim ya hani, resimler, yapanın hayal gücünü anlatmalı diye işte resim yapmak kadar resmi anlamak da bir sanat! O kadar çok ve o kadar güzel resim galeri var ki resim sevenler ve de anlayanlar için hazine gibi! Ama işte anlama kısmı o kadar da kolay değil, bir emek bir eğitim bir vizyon gerektiriyor. Entelektüel kesimin mesleği ve hobisi olması bundan zaar, herkesin harcı yetmiyor. Mesela Picasso, kübizmin öncüsü, geometrik ve asimetrik çizgilerin ressamı- birçok kişi tuhaf buluyor resimlerini, manasız diyen de oluyor ama sanat da böyle bir şey değil mi, olanı başka yorumluyor, farklı gösteriyor. Rivayete göre bir adam Picasso'ya;
-‘Renkleri karıştırmaktan ve iç içe geçmiş çizgiler yapmaktan başka resim yeteneğin yok gibi geliyor bana’ der!
Picasso fırçasını alır ve yere bir buğday tanesi resmi çizer. Resim o kadar gerçekçidir ki gezmekte olan bir tavuk buğdayı yani resmi yemek için gagalamaya başlar.
Gördüğü durumdan şaşkına dönen adam Picasso'ya;
-‘Bu kadar mükemmel resimler yapabiliyorken niçin bu garip resimleri yapmakta ısrar ediyorsun? diye sorar, gözünü yerden ayıramadan!
Picasso gülerek yanıt verir;
-‘Çünkü ben resimlerimi tavuklar için yapmıyorum’
Haydi o zaman ben de bir amme hizmeti yapıyorum ve de o tavuklardan olmamak için öğrendiğim, bu sayede resim sergilerinde özgüvenle dolaşabildiğim, resmi ve ressamı tanıma tüyolarını sizinle paylaşıyorum;
Gittiniz bir sergiye, baktınız resme ve;
Resimdeki insanların vücudu bir tuhafsa, memeler bir yerde kollar başka yerdeyse, tövbe bismillah dedirten tuhaflıklar aleniyse ressamı Picasso’dur bir kere!
Resim, kafanızın iyi olduğu bir geceye dair hatıralar ya da bölük pörçük rüyalarınız gibiyse Salvador Dali’ye merhaba diyebilirsiniz bence!
İnsanlar tamamen çıplak, üst üste yığılmışlarsa Michelangelo ustamız sahnede!
Gözünüzün önünde bir sürü çıplak popo varsa ve işin kötüsü bu popolar geniş ve lömbür lömbürse gördüğünüz Rubens’in fırça darbeleridir.
Resimdeki adamlar, şaşı, kıvırcık saçlı ve travestilere benziyorsa Caravaggio, kadınlar da dâhil herkes %90 Putin'e benziyorlarsa Van Eyck, balerinler varsa Degas’tır ressam!
İnsanlar solgun, sokak lambasının altında ayazda kalmış korkak ve titrekse ressam Rambrandt, oraya buraya serpiştirilmiş melekler, kuzular falan varsa Boucher, suluboyayla çizilmiş gibi duran doğa resimleri Monet, kafalar güzel, insanlar mutlu mesut ise Renoir’dir!
Tabi bir de ortalık mavi bir sisle kaplıysa, saçlar uzun, yataktan kalkmış gibi dağınık, sürreal bir ortam ise arka plan, resmin sahibi Leonardo Da Vinci’dir!
Resim, kelimeleri olmayan şiir bence, kafiyeleri de boyalar!
Ve sanat olmasa eğer gerçeğin ağırlığı, dünyayı katlanılmaz yapar!
………………………………*…………………………..
HOŞGELDİN, SEFA GETİRDİN
Ve tabi haftanın en önemli olayı, yılın en kutsal ayına hoş geldin demesi!
Gelecek, geliyor, derken yine geldi işte 11 ayın sultanı, ramazan!
İşin enteresan tarafı ne biliyor musunuz, oruç tutun ya da tutmayın hatta dindar olun olmayın, herkesi etkileyen gizemli bir havası, mistik bir aurası var ramazanın! Oruçlu değilken bile yemek yemeye utandığın, kötülükten fitnelikten uzaklaştığın, hani nasıl diyeyim bir hizaya geldiğin ay, bu ay!
Hep oruçla nitelendiriyoruz ramazanı tabi de mesela teravih de ramazanın alamet-i farikası!
Zekat, sadaka, hayırda yarışmak- ikramı arttırmak, dünyayı 30 günlüğüne daha güzel bir hale sokmak bu ayın anlamı!
Bir de ra-ma-zannn! Dolu dolu yaşanan! Adı, bereketi çağrıştırıyor kocaman kocaman!
Eskiden daha bir çok yaşanırdı ramazan coşkusu yalan yok! Kilerlerde bir bayram, mutfaklar, festival tadında! Teneke teneke yağlar, çuvallarla pirinçler, kilolarca pastırma getirtilir, yılın en bereketli zamanı sayılırmış. Her ev kendi bütçesine göre az ya da çok ramazana hazırlanırmış. Evler, dükkanlar dip bucak temizlenir, yataklar yorganlar havalandırılır, tamiratlar yapılır, 11 ayın sultanı karşılanırmış.
Son yüzyılda, yemekle sosyalleşmeye alışmış bir nesiliz biz! O yüzden ramazan sosyalleşme ayıdır aynı zamanda diyeceğim, bakalım ne diyeceksiniz! İftar sofralarının güzelliğini bilirsiniz. Aynı masa etrafında toplaşan aile efradı, birlik beraberliğin en güzel nişanı! Tabi trafikte açılan oruçları, ofisteki masada sadece su içerek iftar etmeler, konu dışı. Sahura kadar süren muhabbetlerin, eğlencelerin tadı da başka hiçbir kültürde yoktur diyeyim size! Ramazanı bu kadar özel yapan da aileyle, konu komşu, dost ile paylaşmak sohbeti, suyu, aşı!
"İftara ne pişirsem? Sahurda ne Yiyelim ki tok tutsun? Kimleri ne zaman iftara çağırsam?" gibi ramazana has sorularla bir de bakacağız ki ortası, sonu derken bitivermiş ve bayram gelivermiş!
Son yılların en tatsız en tuzsuz, sıkıntıları yaşadığımız bu günlerde, rahmetle geldi ramazan!
İnanıyorum ki ibadetimiz, ferah tuttuğumuz kalbimiz, ihtiyaç sahiplerine desteğimiz ışık olacak, bereket akacak, sağlık sıhhat, huzur yaşatacak. Dualarımız aminlerle birlikte semaya yükselirken tüm dertler, tasalar, musibetler, belalar yok olup gidecek, ruhumuz, bedenimiz, milletimiz rahat edecek!
O zaman Hoş geldin ya şehr-i ramazan!
Dualarla yıkansın, iyilikle sıvansın allame- i cihan!
…………………………..*………………………..
HAFTANIN EN’LERİ
Haftanın Soygunu: Kripto dünyasının en büyük soygunu! Kripto para borsası Bybit, tarihin en büyük hırsızlıklarından birine maruz kalarak 1.5 milyar dolar kaybetti! Ağır bir siber saldırıya uğrayan borsa çalınan fonların büyük kısmının Ethereum olduğu ve müşterilerin yatırdığı Ethereum’un üçte ikisinden fazlasının ele geçirildiği belirtildi! Saldırıyla platformun güvenliği için çevrim dışı tutulan “soğuk cüzdanlar” ele geçirildi ve tüm fonlar, bilinmeyen bir adrese aktarıldı! Teknoloji geliştikçe, saldırılar da hırsızlıklar da diital oluyor! Madem öyle hackerlar da dijital cezalaralsınlar, dijital cezalar, kurgulu hapisler yaşasınlar! Suçlar, nitelikleri böyle değişirse, dijitalleşirse hukukçulara da çok iş düşecek gibi! Valla şimdiden oturup çalışsınlar!
Haftanın İnfazı: Özgürlükler (!) ülkesi Amerika’da yapıldı! 67 yaşındaki Brad Sigmon, ABD'nin Güney Carolina eyaletinde ölüm cezasına çarptırıldı. Ölüm yöntemi olarak elektrikli sandalye, iğneyle uyutulma ve silahla idam edilme seçeneklerinden birini tercih etmesi gereken Sigmon, silahla idam edilmeyi seçti böylece 15 yıl sonra ilk kez bir mahkum silahla idam edilecek! Çoktan seçmeli hayat, sadece okullarda değil hayatta da devam ediyor baksanıza! Öldürülme yöntemini kendin seçiyorsun ve acısız yöntemi seçmek varken silahla öldürülmeyi tercih ediyorsun! Kimler hangi kafada, neyi yaşıyor valla anlayamıyor- bilemiyorsun!
Haftanın Kararı: Canımı sıktı! RTÜK, televizyonda yayınlanan ve büyük ilgi göre ‘Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar" dizisinin yeni bölümlerinin çekiminin ve dizinin eski bölümlerinin yayınlanmasının yasaklandığını açıkladı! Ünlü romancı Cevat Şakir Kabaağaçlı ve ailesinin hayatını anlatan dizi, Kabaağaçlı’nın torunlarının yargıya başvurarak mahkemeden dizinin yayınlanmasının durdurulması için aldığı tedbir sebebiyle yayınlanmayacak! Neymiş aile geçmişine leke sürülüyormuş, ailenin şeref ve haysiyetiyle oynanıyormuş! E iyi de bunun kitabı yıllardır var, yıllardır piyasada, bu izlediklerimiz yazıyor kitapta da onu niye engellemediler! Muhtemelen kitap para getirmiyordu ama film öyle mi! ‘Tuttu dizi, geliri de iyi, torunları olarak biz de az biraz kazanmayalım mı yani, vermezlerse para, size de yar etmeyiz ki!’ demiş olabilirler gibi sanki!
Haftanın Dönüşü: Uzun bir zamanın ve büyük bir emeğin sonucu! Amerika’daki Cleveland Sanat Müzesi koleksiyonunda bulunan Marcus Aurelius heykeli, uzun süren bilimsel ve hukuki çalışmaların ardından Türkiye'ye iade ediliyor! Burdur’daki Boubon Antik Kenti’nde 1960’lı yıllarda yapılan kaçak kazılarla yurt dışına kaçırılan heykelin milattan sonra 2’inci ve 3’üncü yüzyıllara ait olduğu düşünülüyor. Antik Roma Dönemi’nin önemli eserlerinden biri olan bu heykel, bürokratik işlemlerin bitimiyle birlikte bu sene doğduğu topraklarla yeniden buluşacak. Eeee kolay değil mirasımızı çalmak, paşa paşa çark eder, verirsin işte böyle geri! Ayıp ayıp biz sizin Kızılderililerinizi sahipleniyor muyuz ya! Kendi kapınızın önünde oynayın, birim eserlerimizi de çalmayın çırpmayın!
Haftanın Kavgası: da sosyal medyada başladı, canlı kanlı yaşandı! Sosyal medyada tartıştan gençler, orada randevulaşarak dışarıda buluşmak üzere sözleştiler. Buluşulan yere gelinince de 24 yaşındaki Murat Naci Dalkıran, 19 yaşındaki Abdullah Umutcan Demirci'yi öldürüp, Salih A.'yı yaraladı! Yaşanan bu vahşetin ardından Dalkıran, ‘Abdullah Umutcan Demirci'ye, 'Benim hakkımda bana etek giydireceğini söylemişsin' dedim, kavga çıktı. Amacım öldürmek değildi" dedi! Ya yaşlara bakar mısınız, biri 19 biri 24, gencecik delikanlılar, neyin kafasında bunlar, biri mezarda biri hapiste kalacak , böyle çocuklara kim, ne zaman sahip çıkacak?