Dallas, yeniden çekilecekmiş. Bu haberi duyunca 20 yaşım, 80’lerden kalma parlak bir küre gibi ışıl ışıl yanarak döndü zihnimin içinde...
O, bizim ilk prime-time sabun köpüğümüzdü.
Amerika’ya açılan yüzümüz, gözümüzü alamadığımız dizimiz, sınırsız zenginlik içindeki zehirli kötülükle ilk tanışmamızdı.
1981 senesiydi.
Pazar gecesiydi.
Dışarıda Sıkıyönetim vardı. Tek lider-tek ses-tek kanal mahkûmuyduk. Tele-safirler gelir, önce haberler izlenir, Kenan Evren’in ona buna giydirmesi bitince, ekranda petrol kuyuları belirirdi. İşte o an salonda ses kesilir ve Teksas’ta hiç tanımadığımız bir dünyanın renkleri, siyah-beyaz ekranımıza dolardı.
Ne o kahramanlara aşinaydık, ne onların hayatına...
Eve ayakkabıyla girerlerdi, girince salondaki herkesi sıradan ilk ismini söyleyerek selamlarlardı; sonra kendilerine buzlu viski koyarlardı ve entrika başlardı.
Bizim o güne dek gördüğümüz en kötü adam, Önder Somer’di. O da en çok mahallenin kızlarına göz dikerdi.
Ceyar’la kötülükte ithalat rejimini tanıdık. Sınırı aştık.
Ve bizim mahallenin Önder Abi’sine acıdık.
* * *
Dallas müptelası olan bir tek biz değildik gerçi...
Dizi, televizyon tarihinin dünya çapında en çok izlenen klasiklerinden biri oldu. Hong Kong’dan Viyana’ya kadar bütün yerküre sallanıyordu. Fransa’nın sosyalist Kültür Bakanı Jack Lang, “Dallas, Amerikan kültür emperyalizminin sembolüdür” diye haykırıyordu.
Kim takar!
Fransızlar da en sadık Dallas izleyicileri arasındaydı.
Hiç unutmam, o sene Diyarbakır’da bir bebeğe dizinin bodur kızı Lusi’nin adının konduğunu öğrenmiştik. Diyarbakır’a gitmiştim. Lusi’yi bulamamıştık, ama bir köy evinde, yer sofrasına kurulup evin yegâne lüks eşyası sayılabilecek televizyonda Dallas izlemiş, yan ağıldaki keçilerin seslerinden konuşulanları anlayamamıştık.
Evdekiler sofradaki tencereden süt çorbası kaşıklarken, fazla paranın insanlığı düşürdüğü duruma üzülüyorlar, “zavallı Su Elın, ahlaksız Ceyar yüzünden alkolik olacak” diye dertleniyorlardı.
Eve yeni gelen yabancının, televizyonun işlevini o zaman daha iyi anlamıştık.
1979 Eylülünden 80 Eylülüne kadarki cehennemde tam 2 bin 812 kişi öldürülmüştü. Ama hiçbirinin vurulması Ceyar’ınki kadar ilgi uyandırmamış, tepki toplamamıştı.
Hiçbirinin faili Ceyar’ınki kadar merak edilmemiş, soruşturulmamış, gazete anketlerine konu olmamıştı.
Televizyon, tam vaktinde ithal edilmiş bir gözbağıydı.
Fransa’yı, Hollanda’yı bilmem; ama bizim korkudan evlere çekildiğimiz bir karanlık dönemde “Cambaza bak” dercesine Dallas’ı ekrana sürmüş, bize kapımızın önündeki, evimizin içindeki cümle belayı unutturup Yuvinglerin derdini dert bilmemizi sağlamıştı.
* * *
Şimdi Ceyar çok yaşlandı diyorlar. 80’ine merdiven dayamış. Zaten sırf dizide içtikleri, karaciğerini patlatmıştır. Babasıyla annesi çoktan rahmetli oldu. Neyse ki Bobi ile karısı Su Elın iyi durumdaymış.
Yine de yeni Dallas’a çok şans vermiyorum.
O berbat darbe döneminde çıkagelen Ceyar’dan bu yana öyle çok kötülük gördük ki; artık hiçbir entrika, hiçbir kötülük, bizi 80’lerdeki kadar şaşırtamaz.