Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Nicedir görmediğim çok eski dostlarımı bir arada buldum dün:
Lak-lak, tahta at, Tipitip, teneke itfaiye arabası, tahta kırmızı okul çantası, kurşun kalemin ucundaki yayda sallanan kuş, kablosunun ucundaki pompaya basınca zıplayan kurbağa, kurulunca kucağındaki çiçeği koklayan kedi, legonun öncülü sayılan resimli ahşap küpler vs...
Hepsi Sunay Akın’ın Oyuncak Müzesi’nde toplanmıştı.
60’lardan çıkagelmiş gibiydiler. Hiç değişmemişlerdi.
Öyle özlemişim ki, her birini uzun uzadıya inceledim, hepsine tek tek dokunmak istedim.
* * *
Şanslıydık, çünkü 6 yaşındaki bu 5 katlı müzeyi Sunay’la gezme şansı bulduk. Onun coşkusuyla coştuk.
20 yıl, eline geçen her kuruşu oyuncağa harcayıp, dünyanın dört köşesinden tek tek toplayarak yarattığı bu paha biçilmez esere şapka çıkardık.
“Oyuncak müzesi”, lafın gelişi; burada insanlık tarihi var:
İlk Barbi, ilk Süpermen, ilk Pinokyo, ilk Miki Fare, ilk Teddy Bear, ilk robot...
Mona Lisa’nın yegâne oyuncak kopyası...
1,75 boyunda dünyanın en büyük bebek odası...
Birebir boyutlarda bir Eyüp oyuncakçısı...
Hiroşima’da bir okuldan artakalanlar...
Hitler döneminde kitap yakan Naziler...
Dünya oyuncaklarında Türkler...
Çocukların minik elleriyle kurduğu dükkânlar: Oyuncak kasap, oyuncak cafe, oyuncak parfümeri, oyuncak eczane... “...ki her birinin maliyetiyle birer kasap, cafe, eczane açılabilirdi” diyor Sunay...
* * *
Her şey bir beyaz oyuncak atla başlamış. Sonra bulduğunu toplamış.
Mesela Trabzon’da sünnet olduğu gün gittiği oyuncakçıda, poz vermesi için bir dakikalığına kucağına verilen gemiyi 37 yıl sonra Avrupa’da bir antikacıda bulmuş, 400 euro verip almış.
Zamanla müzesi için kız ister gibi oyuncak istemiş; sahipleri de getirip ağlayarak teslim etmişler.
Bir emekli öğretmen, 1944 Tosya depreminde birlikte enkaz altında kaldığı ve ömür boyu yanından ayırmadığı bebeğini vermiş; “Onunla birlikte gömülmek istiyordum, ama buraya verirsem benden sonra da yaşayacağını düşündüm” demiş. O bebek, kırık koluyla müzenin hastane odasında yatıyor şimdi...
* * *
Müzeyi gezince oyuncağın, yaklaşan gerçeğin habercisi olduğunu anlıyorsunuz.
Biz kaynana zırıltısı ile oynarken Amerikalılar astronot oyuncak üretmiş, 40 yıl sonra aya gitmiş.
Hitler, savaştan önce oyuncak askerler yaptırmış.
“Gerçek, hayalin ayak izlerini takip eder” diyor Sunay...
Yerli oyuncakların, yabancılara göre çok az oluşu, hem hayal gücümüzün sınırlılığını anlatıyor bize, hem de yabancı hayranlığımızı... Tabii bir de ihmalimizi...
Dünyanın 400 oyuncak müzesi içinde ilk 3’e giren bu müze için Sunay’ın yalnızlığı bile ibretlik:
“Türkiye’de 4 ismin müzesi var” diyor Sunay:
“Koç, Sabancı, Eczacıbaşı ve ben... İçlerinde holding sahibi olmayan sadece benim...”
Ya devlet desteği?
“Köstek olmasa yeter. Müze yaptığımız köşkü yıkıp apartman yapmamanın bedelini devlet, müzeye yüksek fiyattan elektrik, su, doğalgaz vererek ödetiyor. 100 metre ötedeki camide bunlar bedava... İbadethane elbet önemli; ama müzenin de önemli olduğunu nasıl anlatacağız?”
* * *
Çıkarken, Gülsüm teyzemin yaptığı, yarım asırlık yoldaşım Sarman’ı teslim ettim müzeye...
Seve seve...
Siz de çocuğunuzu elinden tutup buraya getirin. Onu gezdirirken dünyayı öğrenin.
Ve çocukluk oyuncaklarınızı ölümsüzleştirmek için Sunay’a verin.
Hayallerimizin bekçisi o...
Legolardan yarının gerçeğini inşa ediyor.