İki gündür adeta bir savaş alanını geziyoruz.
30 yıllık büyük kapışmadan arta kalan barut kokusu, savaş korkusu sanki havada asılı hala...
Polis kontrol noktaları, duvar yazıları, mezar taşları, askerlerin bakışı anaların gözyaşı, yaşanan faciayı ve sonrasındaki korkunç dramı gösteriyor bize...
Silahlı güçler çekilirken bölgeye gidenler, nasıl bir dehşet yaşandığını daha iyi görüp anlıyor şimdi...
Bir enkaz var geride...
Sadece insan canı, kanı, kayıplar, yaralılar, acılı aileler değil...
Yoksulluğa mahkum edilmiş kentler, mayınlı tarlalar, harap yollar, viran evler...
Tarıma, hayvancılığa kapanmış kırlar, kullanılamamış kimsesiz meralar, azalmış küçük-büyük baş hayvanlar, işsizliğe mahkum edilmiş gençler, kaçırılmış, ürkütülmüş öğretmenler, doktorlar, turistler, yatırımcılar...
Şimdi, silahlar sustuktan, savaşın barutu dağıldıktan sonra, nicedir adı bile unutulmuş “umut“, coşkuyla fışkırıyor kanlı topraktan...
Herkes heyecan içinde bölgenin zenginliğini, potansiyelini hatırlıyor.
“Bir el ele versek”, “Şu enkazı temizlesek”, “Yeniden kaynakları seferber etsek” diye ağır ağır kımıldıyor herkes...
“Doğu” dediğimiz geniş coğrafyada 14 üniversitede 180 bin öğrenci eğitim görüyor. Hangisiyle konuşsam, yeni dönemde aklı...
Köylüler, mayından temizlenecek tarlalarını ekip hayvan otlatacakları günün hayalini kuruyor.
Anneler dağdan dönecek çocuklarını bekliyor; esnaf, turistin geleceği günü, işadamı yatırım yapacağı devri...
Van Valisi, “Yatırım istemiyoruz” diyor, “Biz, kendi potansiyelimizle, ayaklarımızın üstünde dururuz. Siz yeter ki bize huzuru sağlayın ve daim kılın.”
Bu ses, barışın sadece silahların susmasını sağlamakla kalmayacağını, peşinden huzur, demokrasi, istikrar, kalkınma ve refahı sürükleyeceğini kanıtlıyor.
Ama kolay olmayacak; belli...
Dönem öyle hassas, insanlar öyle diken üstünde ki -dün Van’daki toplantıda olduğu gibi- bazen bir tek sözcük, (“terörist“ sözcüğü) öfkeyi, ayrışmayı tetikleyebiliyor, şiddetli tepkilere yol açabiliyor.
Valinin sofrasından belediye başkanı, belediyenin davetinden vilayet kaçıyor.
Yaşanmışlıkların tortusu, yeni dönemde kendini hissettiriyor.
Ancak yine dünkü yemekte, bir işadamının feryadı herkesi kendine getiriyor:
“65 doğumluyum, ama insanlar bana ‘dede’ diyor. Öylesine yaşlandım bu savaşta... Biz çekeceğimizi çektik. Bu bitmeli artık. Herkes sürece yüreğini koysun. Kim yanlış yaparsa bizi karşısında bulur.”
Galiba bölge halkının hissiyatını en iyi yansıtan sözler bunlar...
Acının, yarın ümidine, çilenin dirilişe dönüştüğü yer de burası...
Bu afişteki suçu bulun!
3 hafta sonra Van’da “Feqiye Teyran kültür festivali” düzenlenecek.
Teyran, “Kürtlerin Yunus Emre’si“ olarak tanınıyor.
Depremzedelerin merkezinde
Deprem Van’ı 23 Ekim 2011’de vurdu. 25 saniyede koca kent harabeye döndü.
17 gün sonra yeniden geldi deprem...
Sallantı daha hafifti ama etkisi daha ağır oldu. Toplam 644 canı toprağa gömen, 2 bin yaralı veren, 28 bin konutu hasar gören Van, 200’e yakın artçı sarsıntıyı da hissedince paniğe kapıldı.
350 bin kişi kenti terk etti.
Işıklar söndü, kepenkler kapandı. Kent ölüm sessizliğine büründü. Ama bir yandan da o deprem hem Türkiye’nin seferberlik konusunda Sakarya depreminden bir hayli ders aldığını gösterdi, hem de doğu ile batı arasındaki kardeşlik bağlarının sanılandan fazla ve güçlü olduğunu...
Yağan yardımlar sayesinde, Vali’nin deyişiyle “Van’ın nüfusunun 1 milyon değil, 75 milyon olduğu anlaşıldı”.
1,5 yıl sonra Van, depremin yaralarını sarmışa benziyor.
175 bin kişiyi ağırlayan konteynır kentler, birkaçı dışında görevini tamamlamış.
Onların yerine TOKİ tarafından 1 yılda 5 milyar lira harcanarak, Van’ın çevresine 5 yeni kent kurulmuş.
17 bin konuta yerleştirilen 100 bin depremzede, konutlarına sahip olabilmek için 2 yılı ödemesiz 18 yıl taksitle 75 bin lira ödeyecek. Deprem yemiş ailelere bu bedel ağır geliyor. “Devlet, karşılıksız vermeliydi” diyen çok... Ödeyemeyecek olanlar konteynırlarda kalmış, onlara da “çık” denmiş; mağdurlar.
TOKİ’nin yaptığı konutların çevresine okullar, camiler, kurslar, sosyal dayanışma merkezleri de açılmış.
Dün onlardan birinde, Kadın Eğitim ve Destek Merkezi’nde, depremzedelerle buluştum.
“Allah razı olsun devletimizden...” diye başlayan konuşmalarda kadınların kimi susuzluktan, kimi elektrik parasını ödeyememekten, ama çoğu işsizlikten, yoksulluktan yakındı.
Hala sorunların olduğu belli, ancak o kadar ağır darbe yemiş bir şehrin bu kadar kısa zamanda ayağa kalkabildiğini görmek de mutluluk verici...