Ankaralılar bilir: Paris Caddesi, başkentin göbeğinde bir Beyrut’tur. Bu güzelim sokak, Amerikan elçiliği çevresinde alınan güvenlik önlemleri yüzünden yıllar önce trafiğe kapatılmıştı.
Sokağın iki girişine karakol kurulmuş, dev bariyerler konmuştu. Bir hastanenin de bulunduğu sokağa girmeye kalkışanlar, potansiyel terörist muamelesi görüyordu
2004’te, elçiliğin talebi üzerine çevredeki kaldırıma reflektörlü kazıklar dikildi. Böylece caddenin bir kısmında, yaya geçişi de kısıtlandı.
Dönemin Çankaya Belediye Başkanı, Amerikan elçisine mektup yazıp “Bu durum Ankaralıların günlük yaşamını olumsuz etkiliyor ve değişik tepkilere yol açıyor” dedi.
Edelman dalga geçen bir cevap verdi:
“Kaldırımı bariyerler arasına aldık. Yayalar böylece yoğun trafikten korunuyor.”
* * *
Tepki gösterenlerden biri de bendim.
Bu köşede yeni Amerikan elçisine hitaben “Sayın elçi, sokağımızı geri istiyoruz” başlıklı bir yazı da yazmıştım (https://www.milliyet.com.tr/2006/02/02/yazar/dundar.html)
Yeni Büyükelçi Wilson’a, Türk halkındaki Amerikan antipatisinin boyutunu merak ediyorsa tebdili kıyafetle Paris Caddesi’nden geçmeye çalışmasını tavsiye etmiştim.
İşte dün bombalanan, o sokaktı...
Yeni elçinin taşınmak istediği mekândı.
Canlı bomba adeta “Burayı bile vururuz” demek istemişti.
* * *
İlginç bir ayrıntıyı daha hatırlatayım:
Elçiliğin polis kulübesi, bundan 43 sene evvel de silahlı saldırıya hedef olmuştu.
29 Aralık 1970 Salı gecesi, bir araba içinde Kennedy Caddesi tarafından gelen 5 kişi, elçiliğin önünde nöbet tutan iki toplum polisine 50 metreden ateş açmıştı. Ateş edenler Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıydı. Öldürülen 2 devrimcinin hesabını ABD’den sormaya karar vermişlerdi. Deniz, savunmasında eylemin gerekçesini şöyle açıklamıştı:
“1920’lerde İstanbul’da Karakol Teşkilatı hangi amaçla İngilizlere ve Osmanlı polisine kurşun sıktıysa biz de o amaçla sıktık.”
ABD, bölgede ve Türkiye’de olup bitenlerin baş sorumlusu olarak görülüyordu.
Kürecik’teki askeri üs hedef alınıyordu.
İşbirlikçiler de cezalandırılıyordu. Ancak “ceza” için polislerin sadece ayaklara ateş açılmıştı.
* * *
Ne yazık ki aradan geçen sürede şiddetin dozu yükseldiyse de gündem değişmedi.
ABD, hâlâ Türkiye’nin ve dünyanın başına gelenlerin baş sorumlusu kabul ediliyor.
Yine Kürecik üssünün tartışıldığı, Patriotların törenle yerleştirildiği dönem elçilik hedef oluyor. Saldırganın yasadışı sol örgüt üyesi olduğu bilgisi geliyor.
Senaryolar arasında dün Milliyet’in sürmanşetten verdiği Bin Ladin’in damadına operasyon da var; Suriye meselesi de...
İlginç bir şekilde ABD, Suriye’de olup bitenden sorumlu tutulduğu gibi, Suriye’ye müdahale etmediği için de eleştiriliyor.
Saldırı Suriye ile ilintiliyse amaç ABD’yi caydırmak mı, müdahaleye zorlamak mı; bilinmiyor.
* * *
Amerikan elçisinin dediği doğru:
“Türkiye de ABD de terörden çok çekti”; ama bu bölge de büyük devletlerin teröründen çok çekti. Bu kanlı saldırıyı kınarken, diplomatik misyonların, yüksek bariyerden ziyade, barıştan yana meşru politikalarla korunabileceğini hatırlatmak istiyoruz.
Dayan Didem!
NTV’de Didem Tuncay’la birlikte çalıştım. İşini ciddiye alan bir gazeteci, iyi haber alan bir diplomasi muhabiri... Zarif bir çalışma arkadaşı... Böylesine narin bir insanın, bu kadar vahşi bir saldırının kazara hedefi olması, insanı dehşete düşürüyor.
Didem’in bu felaketten kurtulup aramıza dönmesi için duacıyız.