10 yıl önce söylendiğinde kıyamet kopmuştu; ama bugün üzerinde bile durulmadı:
Başbakan Rusya Devlet Başkanı Putin’e demiş ki:
“Bizi Şanghay Beşlisi’ne alın, biz de Avrupa Birliği’nden ayrılalım.”
* * *
Radikal bir strateji değişikliğini işaret eden bu cümle neden ciddiye alınmadı?
Artık kimse AB’yi önemsemediği, tam üyelik hayalinden çoktan vazgeçtiği için mi?
Bu çıkış, Batı’ya yönelik bir “Şanghay şantajı” olarak görüldüğü için mi?
“Ciddi olsa, böyle ayaküstü söylenmezdi. Belli ki şakalaşmışlar” diye düşünüldüğü için mi?
Olabilir; ancak ülkenin asırlık yönünü kökten değiştiren bu ifade, yine de böyle “Artık Eurovision’a katılmıycaz” düzeyinde geçiştirilmemeliydi.
* * *
Türk dış politikası, hep devleri birbirine karşı kullanma taktiği izledi.
Moskova tehdit edince, Washington’a yaklaşıldı.
ABD ambargo koyunca, Sovyetler’e göz kırpıldı.
Ama 1963 Ankara Anlaşması ile Türkiye’nin Avrupa ailesinin bir parçası olmasında karar kılındı.
Hayatımız, “Girdik, gireceğiz, giriyoruz” lakırdısıyla geçti.
Anlaşılan sonunda “girmemeye” karar verdik. Zaten ortada girilecek bir birlik de kalmamışa benziyor.
Şimdi Ankara, bir sevgiliden ayrılırken diğerini garantileyen kart çapkınlar gibi Brüksel’den kopmadan Moskova’ya kur
yapıyor:
“Gönlün varsa öbüründen caymaya hazırım” diyor.
Başbakan’ın cümlesini en son nerede duymuştuk?
7 Mart 2002 günü, MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç Türkiye’nin AB’den hiç yardım görmediğini söylemiş, “Rusya ile İran’ı da içine alacak şekilde bir arayış içinde olalım” demişti.
Ergenekon’dan içeri alındığında da, bu sözlerinin faturasını ödediği, ordudaki Batı karşıtı kanadın tasfiye edildiği söylenmişti.
Ne oldu da Başbakan, “Ergenekoncu Paşa” çizgisine geldi?
* * *
Bence şundan:
Şanghay kampı çok rahat...
İlerleme raporu derdi yok.
İnsan hakları sicil defteri, demokrasi barometresi, teftiş heyeti yok.
Basın susturulmuş, gazeteciler içerdeymiş; umurunda değil.
Zaten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde insan hakları ihlallerinde Rusya ile birincilik için yarışıyoruz.
Çin deseniz, medya denetiminde, keyfi tutuklamada, işkencede liderlik iddiasında...
Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan gibi üyelerle, despotizmde akraba sayılırız.
Elbette bu kampa yanaşacağız.
Güzellik kampında sıkı perhizden bıkan mankenin “Ne yersen ye” diyen “Tombullar yarışması”na meyletmesi gibi...
“Batı’yı kendimize benzetemedik, bize benzeyen Doğu’ya gidelim” durumu...
* * *
“Köprü ülkeyiz” diye diye, köprünün iki ucuna da yaranamadık. Batı’da Doğulu, Doğu’da Batılı sayıldık.
Köprüde asılı kaldık.
“Nereye girelim” tartışmasına bir asır harcadık.
Nihayet, Ankara Anlaşması’nın 50. yılında Şanghay’da karar kıldık.
Lakin oradan da “Buyrun gelin” daveti alamadık.
Galiba kapı kapı gezmek yerine önce yörüngeyi saptamamız gerekiyor:
“Biz ne tür bir toplum olmak, hangi ligde oynamak istiyoruz?”
Buna karar verip gereğini yapabilsek, kapı aramaya gerek kalmayacak, kapılar kendiliğinden açılacak zaten...